Velayet Davası – Velayetin Değiştirilmesi ve Kaldırılması
Velayet davası, Türk Medeni Kanunu m. 335 ve devamı hükümleri uyarınca çocuğun hangi ebeveyn yanında kalacağına mahkeme tarafından karar verilen ve çocuğun üstün yararı ilkesine göre yürütülen bir yargılama sürecidir. Yetkili aile mahkemesine dilekçe ile başvuru yapılır; sosyal inceleme raporu, deliller, tanık beyanları ve çocuğun görüşü değerlendirilerek velayet düzenlemesi oluşturulur veya mevcut velayet kararı değiştirilir.
1. Giriş: Velayet Kurumunun Hukuki Niteliği ve Velayet Davasının Konusu
1.1. Velayet Kavramı
Velayet, Türk Medeni Kanunu’nda çocuğun korunması, bakımı, eğitimi, temsil edilmesi ve malvarlığının yönetilmesi amacıyla düzenlenen; kapsamı, sınırları ve kullanılış tarzı kanunla belirlenmiş, kendine özgü bir aile hukuku kurumudur. TMK m.335 ve devamı hükümlerine göre velayet, esasen anne ve babaya tanınmış olmakla birlikte, hukuken çocuğun üstün yararının gerçekleştirilmesi için öngörülmüş bir hak ve yükümlülükler bütünüdür. Bu nedenle velayetin yalnızca ebeveynlere tanınmış sübjektif bir hak olarak değerlendirilmesi doğru değildir; velayet aynı zamanda çocuğu merkeze alan, kamu düzeni niteliği ağır basan bir ebeveyn sorumluluğudur.
Evlilik birliği içinde doğan çocuklarda velayet kural olarak ana ve babaya birlikte aittir. Evlilik devam ettiği sürece velayetin birlikte kullanılması esastır. Evlilik dışı çocuklarda ise TMK uyarınca velayet kural olarak anneye aittir; babanın velayet hakkı kazanabilmesi için çoğu durumda soybağının kurulması yanında mahkeme kararıyla velayetin kendisine verilmesi veya hâkim tarafından onaylanan bir ortak velayet düzenlemesi yapılması gerekir. Bu çerçevede velayet ilişkisinin, soybağı hukuku ile sıkı bir bağlantı içinde olduğu; ancak sadece soybağı kurulmuş olmasının tek başına velayet hakkını doğurmadığı da vurgulanmalıdır.
Velayet, hem çocuğun şahsına ilişkin hususları (bakım, gözetim, eğitim, sağlık, günlük yaşam düzeni, yerleşim yeri seçimi vb.) hem de malvarlığına ilişkin hususları (çocuğun malvarlığının yönetimi, çocuğu borçlandırma, çocuğu temsil etme vb.) kapsar. Anne ve baba, velayet görevini ifa ederken çocuğun kişiliğine saygı göstermek, onun bedensel ve ruhsal gelişimini güvence alacak şekilde hareket etmek, eğitim ve öğretim ihtiyaçlarını karşılayacak bir yaşam düzeni sağlamakla yükümlüdür. Bu yükümlülük, yalnızca barınma ve beslenme gibi temel ihtiyaçların karşılanması ile sınırlı olmayıp, çocuğun duygusal, sosyal ve psikolojik gelişimini de içine alır.
Velayet hakkı, klasik anlamda bir “mülkiyet” ya da “mutlak hak” niteliğinde değildir. Anne ve babaya tanınmış olan yetkiler, doğrudan çocuğun üstün yararına hizmet ettiği ölçüde meşru kabul edilir. Devlet, yasama ve yargı organları aracılığıyla velayet ilişkisini düzenleyen ve gerektiğinde denetleyen bir konumdadır. Bu sebeple velayete ilişkin kararlar, tarafların serbest iradeleriyle şekillenen tasarruf işlemleri değil, çocuğun geleceğini belirleyen ve kamu düzeniyle yakından ilişkili yargısal kararlardır.
1.2. Velayetin Kamu Düzeni Boyutu
Velayet kurumunun en ayırt edici özelliklerinden biri, kamu düzeniyle sıkı sıkıya bağlı olmasıdır. Velayet:
- Devredilemez, üçüncü kişilere bırakılmaz,
- Feragat edilemez, sözleşme ile vazgeçilemez,
- Tarafların karşılıklı anlaşmasıyla kaldırılamaz veya sınırlandırılamaz,
- Basit bir hak değil, öncelikle bir görev ve sorumluluk olarak kabul edilir.
Anne ve baba, kendi aralarında yaptıkları sözleşmelerle, protokollerle veya özel anlaşmalarla velayetin kime ait olacağını, nasıl kullanılacağını ya da hangi kapsamda sınırlandırılacağını serbestçe kararlaştıramazlar. Örneğin boşanma protokolünde çocuğun velayetinin belirli bir kişide kalacağına dair hüküm bulunsa dahi hâkim, bu hükümle bağlı değildir. Mahkeme, protokolün çocuğun üstün yararına uygun olmadığını değerlendirirse velayeti diğer tarafa verebilir veya farklı bir kişisel ilişki düzenlemesi yapabilir. Bu durum, velayetin kamu düzeniyle ilişkisini ve hâkimin re’sen araştırma yükümlülüğünü açıkça ortaya koyar.
Yargıtay kararlarında da velayete ilişkin uyuşmazlıkların kamu düzeninden sayıldığı ve hâkimin taraf beyanlarıyla bağlı olmaksızın inceleme yapması gerektiği defaatle vurgulanmaktadır. Mahkeme, velayet konusunda karar verirken:
- Tarafların beyanları yanında,
- Sosyal inceleme raporunu,
- Pedagog, psikolog ve sosyal hizmet uzmanlarının değerlendirmelerini,
- Kolluk araştırmalarını,
- Çocuğun eğitim ve sağlık durumuna ilişkin belgeleri,
- Çocuğun, yaşına ve olgunluk düzeyine göre uygun şekilde alınmış beyanını
birlikte değerlendirerek karar vermekle yükümlüdür. Bu re’sen araştırma yükümlülüğü, velayet davalarını klasik çekişmeli alacak davalarından ayıran temel usulî özelliklerden biridir.
Velayetin kamu düzeni boyutu, velayet hakkında verilmiş kararların kesin nitelik taşımasına rağmen değişen koşullar karşısında her zaman yeniden gözden geçirilebilmesini de beraberinde getirir. Çocuğun yaşam koşullarında, sağlığında, psikolojik durumunda, eğitim sürecinde veya velayet hakkını kullanan ebeveynin yaşamında ortaya çıkan önemli değişiklikler, velayet kararının yeniden değerlendirilmesini haklı kılabilir. Bu nedenle velayette “kesin ve değişmez bir statü” değil, çocuğun üstün yararını izleyen dinamik bir yapı söz konusudur.
1.3. Velayet Davasının Amacı
Velayet davasının temel amacı, ana veya babadan birini “kazanan” veya “kaybeden” ilan etmek değildir. Velayet davası, taraflar arasındaki çekişmeyi çözmekten ziyade, çocuğun yaşamını hangi ebeveynin yanında ve hangi şartlarda sürdürmesinin onun üstün yararına daha uygun olacağına karar verilmesini hedefleyen özel nitelikli bir yargılama sürecidir. Bu nedenle velayet davalarında odak noktası, ebeveynlerin çatışması değil, çocuğun korunması olmalıdır.
Çocuğun üstün yararı ilkesi, hem ulusal mevzuatta hem de uluslararası sözleşmelerde temel referans noktasıdır. Bu ilkenin somutlaştırılmasında aşağıdaki kriterler önem taşır:
- Çocuğun yaşı ve gelişim düzeyi,
- Çocuğun duygusal, psikolojik ve sosyal ihtiyaçları,
- Çocuğun düzenli ve istikrarlı bir aile ortamına duyduğu ihtiyaç,
- Çocuğun bakım ve gözetiminin sürekliliği,
- Çocuğun eğitim hayatının kesintiye uğramaması,
- Kardeş bağlarının korunması, kardeşlerin mümkün olduğunca ayrılmaması,
- Anne veya baba tarafından çocuğun ihmal veya istismara maruz bırakılıp bırakılmadığı,
- Tarafların çocuğa karşı sorumluluk bilinci, ilgisi ve ebeveynlik becerileri,
- Tarafların sosyal çevresi, yaşam tarzı, bağımlılık sorunları, şiddet geçmişi gibi faktörler,
- Çocuğun belirli bir yaş ve olgunluk seviyesine ulaşmış ise, makul ölçüde dikkate alınması gereken isteği.
Velayet davası sonunda verilen karar, klasik anlamda bir “hak kazanımı” olarak değil, çocuğun geleceğini şekillendiren ve onun yaşamını doğrudan etkileyen bir düzenleme olarak değerlendirilmektedir. Bu nedenle velayet kararları, ebeveynlerin kişisel menfaatlerinden bağımsız bir şekilde, tamamen çocuğun lehine olacak şekilde tesis edilmek zorundadır. Mahkeme, tarafların anlaşmasını veya beklentilerini esas almak yerine, somut olayda çocuğun hangi ortamda daha sağlıklı şekilde yetişeceğine ilişkin objektif bir değerlendirme yapar.
Velayet davalarında ayrıca, velayet hakkı verilmeyen ebeveyn ile çocuk arasında kişisel ilişki kurulması da önem taşır. Çocuğun diğer ebeveynle bağının devam etmesi, çoğu durumda çocuğun psikolojik bütünlüğü bakımından gerekli görülmektedir. Bu nedenle velayet davasının amacı yalnızca çocuğun kimin yanında kalacağını belirlemek değil, aynı zamanda her iki ebeveynle ilişkisini çocuğun yararına olacak biçimde düzenlemektir.
1.4. Velayet Davası ile Bağlı Diğer Talepler
Velayet davası, uygulamada çoğu zaman tek başına açılan izole bir dava olmayıp, aile hukukuna ilişkin diğer uyuşmazlık başlıklarıyla iç içe geçmiş şekilde yürütülmektedir. Özellikle boşanma davalarında velayet talebi, çoğunlukla nafaka, maddi-manevi tazminat ve kişisel ilişki düzenlenmesi gibi fer’î taleplerle birlikte ileri sürülmektedir. Boşanma sonrası açılan velayet değişikliği davalarında da, çoğu zaman kişisel ilişkinin yeniden düzenlenmesi, iştirak nafakasının artırılması veya azaltılması, çocuğun teslimine ilişkin tedbir kararları gibi bağlantılı talepler gündeme gelebilmektedir.
Velayet davası ile yakından bağlantılı başlıca talepler şu şekilde özetlenebilir:
- İştirak nafakası: Velayet hakkının bir ebeveyne verilmesi halinde, diğer ebeveynin çocuğun bakım ve eğitim giderlerine gücü oranında katılması zorunludur. Bu kapsamda velayet davası ile birlikte veya velayet hükmünün fer’i olarak iştirak nafakasına hükmedilebilir. Çocuğun yaşına, eğitim durumuna, yaşam standartlarına ve ebeveynlerin ekonomik-sosyal durumuna göre nafaka miktarı belirlenir.
- Kişisel ilişki düzenlenmesi: Velayet hakkı kendisine verilmeyen ebeveynin çocukla olan ilişkisi, çocuğun üstün yararı gözetilerek kararlaştırılır. Gün ve saat bazında kişisel ilişki süreleri, tatil ve bayram dönemleri, yaz tatili gibi dönemler ayrıntılı biçimde düzenlenebilir.
- Çocuğun teslimi ve icrası: Velayet kararına rağmen çocuğun teslim edilmemesi veya kişisel ilişki kurulmasına engel olunması halinde, çocuğun teslimine ilişkin kararın icra dairesi aracılığıyla uygulanması gündeme gelir. Bu süreç, velayet davası sonucunda verilen hükmün etkinliğini doğrudan etkileyen bir icra hukuku boyutunu içerir.
- Geçici velayet ve tedbir kararları: Velayet davası devam ederken çocuğun korunmasına yönelik geçici önlemler alınabilir. Çocuğun geçici olarak bir ebeveynin yanına yerleştirilmesi, tedbir nafakasına hükmedilmesi, kişisel ilişki şartlarının geçici olarak düzenlenmesi gibi tedbirler, dava süreci tamamlanana kadar çocuğun zarar görmesini engellemeye yöneliktir.
- Velayetin kaldırılması ve velayet değişikliği talepleri: Daha önce verilmiş bir velayet kararının, değişen koşullar sebebiyle çocuğun yararına olmayacağı durumlarda velayet değişikliği davası açılabilir. Ciddi ihmal, istismar, şiddet, bağımlılık, çocuğun eğitim ve sağlık ihtiyaçlarının karşılanmaması gibi hususlar, velayetin yeniden değerlendirilmesini gündeme getirebilir.
Tüm bu bağlantılı talepler, velayet davasının yalnızca bir “statü” davası olmadığını; çocuğun yaşamının tüm yönlerini ilgilendiren, kişi ve aile hukuku ile icra hukuku alanlarını bir arada ilgilendiren kompleks bir süreç olduğunu göstermektedir. Bu nedenle velayet davalarının hazırlanması, yürütülmesi ve kanun yollarına taşınması sürecinde, yalnızca maddi vakıaların ortaya konulması değil; hukuki stratejinin doğru kurulması, delillerin zamanında ve etkin biçimde sunulması, sosyal inceleme raporlarının değerlendirilmesi ve çocuğun üstün yararı ilkesinin somutlaştırılarak mahkeme nezdinde ortaya konulması büyük önem taşır.
Velayet kararları, niteliği gereği ebeveynlerin ve çocuğun geleceğini doğrudan etkilediğinden, istinaf ve temyiz aşamalarında da titizlikle incelenmektedir. Özellikle velayetin değiştirilmesine ilişkin kararlar, istinaf makamlarınca çocuğun üstün yararı yönünden yeniden değerlendirilmekte; sosyal inceleme raporları, tarafların sosyal ve ekonomik durumları, çocuğun mevcut düzeninin istikrarı gibi unsurlar tekrar ele alınmaktadır. Bu nedenle kanun yollarına başvuru sürecinde, karardaki hukuki ve delilsel eksikliklerin doğru tespit edilmesi ve bunların gerekçeli şekilde ileri sürülmesi, velayet davalarında başarı oranını etkileyen temel faktörlerden biridir.
Sonuç olarak velayet davası, yalnızca ebeveynler arasındaki bir uyuşmazlığın çözümüne yönelik klasik bir medeni yargılama süreci olmayıp; çocuğun fiziksel, psikolojik, duygusal ve sosyal gelişiminin korunmasına hizmet eden çok boyutlu bir hukuki mekanizmadır. Bu yönüyle velayet davaları, aile hukuku alanının en hassas ve kamu düzeniyle en yakından ilişkili yargılamalarından biri olup, süreç boyunca çocuğun üstün yararı ilkesi her aşamada temel belirleyici unsur olarak kabul edilmelidir.
2. Velayet Davasının Hukuki Dayanakları ve Normatif Çerçeve
2.1. Türk Medeni Kanunu Hükümleri
Velayet davalarının temel hukuki kaynağı Türk Medeni Kanunu’dur (TMK). TMK m. 335–351 hükümleri, velayetin kapsamını, kullanılma biçimini, sınırlarını ve velayet ilişkisinin sona erme veya değiştirilme koşullarını ayrıntılı şekilde düzenlemektedir. Bu düzenlemeler, çocuğun korunmasına ilişkin devlet müdahalesinin sınırlarını belirlerken aynı zamanda ana ve babanın velayet altındaki çocukla ilgili hak ve yükümlülüklerinin çerçevesini de çizmektedir.
Boşanma ile birlikte velayet bakımından uygulanacak temel hüküm TMK m. 182’dir. Bu madde uyarınca hâkim, boşanma veya ayrılık kararı verirken velayetin hangi ebeveyne verileceğini re’sen belirler. Tarafların anlaşmaları bulunması hâlinde dahi hâkimin bu anlaşmayla bağlı olmadığı açıkça düzenlenmiştir. Dolayısıyla hâkim, velayetin düzenlenmesine ilişkin protokol hükümlerini yalnızca çocuğun üstün yararına uygunluk yönünden değerlendirerek kabul edebilir veya reddedebilir.
TMK m. 183 ve m. 184 ise boşanma davası sırasında hâkimin re’sen araştırma yükümlülüğünü vurgulayan normlardır. Hâkim, tarafların iddia ve savunmalarıyla bağlı olmayıp, çocuğun üstün yararı gerektiriyorsa velayet, kişisel ilişki ve nafaka gibi konularda taraflar talepte bulunmasa dahi düzenleme yapabilir. Bu durum velayet davalarının, klasik çekişmeli yargılamalardan ayrıldığı en temel noktalardan biridir.
TMK m. 336 ve m. 337 velayetin kural olarak ana ve babaya birlikte ait olduğunu, evlilik dışı çocuklarda ise velayetin annenin üzerinde bulunduğunu düzenler. Bu hüküm, özellikle evlilik dışı doğan çocuklara ilişkin velayet davalarında uygulamada sıkça karşımıza çıkmakta olup, babanın velayeti talep edebilmesi belirli şartlara bağlanmıştır. Soybağının kurulmuş olması tek başına velayet hakkı doğurmaz; velayetin babaya verilmesi için çocuğun üstün yararının bu yönde olduğunun somut delillerle ortaya konması gerekir.
TMK m. 349 ve m. 350 ise velayetin değiştirilmesine veya kaldırılmasına ilişkin temel hükümleri içerir. Çocuğun üstün yararına aykırı davranılması, ağır ihmal veya istismar, bağımlılık, şiddet, çocuğun eğitim ve sağlık ihtiyaçlarının karşılanmaması gibi hallerde velayetin değiştirilmesi veya kaldırılması mümkündür. Bu hükümler, velayetin statik bir hak olmadığını; çocuğun gelişim süreci boyunca dinamik şekilde yeniden değerlendirilmesi gerektiğini ortaya koyar.
TMK m. 182’nin Uygulamadaki Önemi
Velayet davalarında en çok tartışılan ve yargı uygulamasında en geniş yorum alanına sahip hüküm TMK m. 182’dir. Bu maddenin uygulamada öne çıkan yönleri:
- Hâkimin protokol hükümleriyle bağlı olmaması,
- Tarafların taleplerinin değil, çocuğun üstün yararının esas alınması,
- Kişisel ilişki düzeninin re’sen belirlenmesi,
- İştirak nafakasına hükmedilmesinin zorunlu olması,
- Gerekli hâllerde uzman görüşü alınması gerekliliği
şeklinde özetlenebilir. Bu nedenle velayet davalarında dilekçelerin hazırlanması ve delillerin sunulması aşamasında TMK m. 182’nin kapsamının doğru anlaşılması son derece önemlidir.
2.2. Çocuk Haklarına Dair Sözleşme ve Diğer Uluslararası Metinler
Türkiye’nin taraf olduğu Çocuk Haklarına Dair Sözleşme (ÇHS), velayet davalarında uygulanması zorunlu olan uluslararası bir metindir. ÇHS m. 3 uyarınca çocuğa ilişkin tüm işlemlerde “çocuğun üstün yararı” temel belirleyici ilke olmalıdır. Bu ilke, Türk hukukunda da anayasal ve yasal dayanak bulmuş olup velayet davalarının değerlendirilmesinde bağlayıcı bir kriter niteliği taşır.
ÇHS m. 12 ise çocuğun görüşünün alınması ve bu görüşe gereken önemin verilmesi gerektiğini düzenler. Buna göre yeterli idrak düzeyine sahip çocukların, velayet davalarında görüşlerinin uygun yöntemlerle alınması zorunludur. Türk mahkemelerinde bu süreç çoğunlukla pedagog veya sosyal hizmet uzmanı eşliğinde gerçekleştirilir.
Ayrıca Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları da velayet davalarında etkili bir norm kaynağıdır. Özellikle aile hayatına saygı hakkını düzenleyen AİHS m. 8 çerçevesinde:
- Devletin aile ilişkilerine müdahalesinin sınırları,
- Çocuğun ebeveynleriyle ilişkisinin korunması,
- Velayet ve kişisel ilişki kararlarının uygulanması
konuları değerlendirilmekte ve Türkiye hakkında zaman zaman ihlal kararları verilebilmektedir.
Bu nedenle velayet davalarında yalnızca ulusal mevzuatın değil, uluslararası normların ve AİHM içtihadının da dikkate alınması zorunludur. Yargıtay da son yıllarda kararlarında uluslararası sözleşmelere daha sık atıf yapmakta ve çocuğun üstün yararı ilkesini bu metinler ışığında yorumlamaktadır.
2.3. Anayasal Çerçeve
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, aile kurumunu ve çocukların korunmasını temel ilkeler arasında saymıştır. Anayasa m. 41 uyarınca devlet:
- Ailenin korunması,
- Çocukların beden ve ruh sağlığının korunması,
- Çocukların yüksek yararının gözetilmesi
konusunda gerekli tedbirleri almakla yükümlüdür. Bu hüküm, velayet davalarında mahkemelerin müdahale yetkisinin anayasal dayanağını oluşturur.
Anayasa m. 20 ve m. 21 ise özel hayat ve aile hayatının korunmasını düzenlemektedir. Bu düzenlemeler, velayet davalarında devlet müdahalesinin sınırlandırılmasında önemli rol oynar. Devlet, aile ilişkilerine keyfi şekilde müdahale edemez; ancak çocuğun üstün yararı gerektirdiğinde müdahale edebilir.
Bu anayasal denge, velayet davalarının hem ebeveyn haklarını hem de çocuğun korunmasını ilgilendiren karma yapısını ortaya koyar.
2.4. Yargıtay İçtihatlarıyla Şekillenen İlkeler
Velayet hukukunun önemli bir kısmı kanun hükümlerinden değil, Yargıtay içtihatlarıyla gelişen ilkelerden oluşmaktadır. Bu içtihatlar, mahkemelerin velayet davalarında uyguladıkları temel kriterleri belirlemektedir.
Yargıtay’ın velayet hukukunda yerleşik hale getirdiği başlıca ilkeler şunlardır:
- Çocuğun üstün yararı (temel belirleyici kriter),
- Anne bakımına muhtaçlık ilkesi (özellikle 0–6 yaş arası),
- Kardeşlerin ayrılmaması ilkesi,
- Çocuğun düzeninin korunması (okul, sosyal çevre, bakım sürekliliği),
- Çocuğun görüşünün dikkate alınması,
- Velayetin sürekli bir hak olmayıp değiştirilebilirliği,
- Tarafların ekonomik durumundan ziyade bakım kapasitesinin esas alınması.
Bu ilkeler, velayet davalarında mahkemelerin değerlendirme ölçütlerini somutlaştırmakta ve benzer olaylarda tutarlılık sağlamaktadır.
Yargıtay uygulamasının önemli yönlerinden biri, velayet kararlarının şekli anlamda kesinleşmiş olmasının velayetin değiştirilemeyeceği anlamına gelmemesidir. Çocuğun yararı gerektiriyorsa velayet kararı her zaman yeniden değerlendirilebilir. Bu durum velayet hukukunun dinamik yapısını açıkça ortaya koyar.
Yargıtay ayrıca velayet davalarında taraf beyanlarıyla bağlı olunamayacağı ilkesini sürekli olarak vurgulamaktadır. Buna göre mahkeme, tarafların iddia ve savunmalarının ötesine geçerek re’sen araştırma yapmak, çocuğun yaşam koşullarını değerlendirmek ve gerektiğinde uzman raporlarına başvurmak zorundadır. Bu yaklaşım, velayet uyuşmazlıklarının klasik çekişmeli yargılama mantığıyla çözülemeyeceğini, çocuğun korunmasına yönelik aktif bir yargısal rolün zorunlu olduğunu ortaya koymaktadır.
Yargıtay içtihatlarında öne çıkan bir diğer önemli nokta ise çocuğun istikrarının korunması ilkesidir. Çocuğun eğitim hayatı, sosyal çevresi, alıştığı düzen ve bakım veren kişi ile kurduğu bağ, velayet kararlarında belirleyici unsurlar arasında değerlendirilir. Bu nedenle mahkemeler, çocuğun yaşadığı ortamın değiştirilmesinin yaratacağı olumsuz etkileri dikkate almakta ve yalnızca ciddi ve somut gerekçeler mevcut olduğunda velayetin değiştirilmesine karar vermektedir.
Son yıllarda Yargıtay, özellikle ebeveyn yabancılaştırması (parental alienation) iddialarına ilişkin değerlendirmelerinde daha dikkatli bir yaklaşım benimsemeye başlamıştır. Bir ebeveynin çocuğu sistematik şekilde diğer ebeveynden uzaklaştırması, kişisel ilişkiyi engellemesi veya çocuğun algısını manipüle etmesi, velayetin değiştirilmesini gerektirebilecek ağır bir ihlal olarak kabul edilmektedir. Bu kapsamda sosyal inceleme raporları, psikolojik değerlendirmeler ve çocuğun beyanı büyük önem taşımaktadır.
Öte yandan Yargıtay, ekonomik gücü daha yüksek olan ebeveyne velayet verilmesinin tek başına çocuğun yararına uygun düşmeyeceğini açıkça ortaya koymuştur. Ekonomik imkânların iyileştirilmesi, çocuğa bakım veren ebeveynin velayet hakkının önüne geçmez; zira velayet değerlendirmesinde esas olan ebeveynin fiilî bakım kapasitesi, çocuğa gösterdiği ilgi ve duygusal bağlılıktır. Bu yaklaşım, velayet davalarında ekonomik durumun tali bir kriter olarak değerlendirilmesi gerektiğini göstermektedir.
Bu nedenle velayet davalarının hukuki dayanaklarının yalnızca kanun hükümleriyle sınırlı olmadığı; uluslararası normlar, anayasal ilkeler ve Yargıtay içtihatlarıyla birlikte yorumlanması gerektiği açıktır. Mahkemeler, velayet hakkında karar verirken bu çok katmanlı normatif yapıyı dikkate almakta ve her somut olayda çocuğun üstün yararının hangi düzenlemeyle sağlanacağını değerlendirmektedir.
Sonuç olarak velayet hukukunun normatif çerçevesi, sabit ve tek yönlü bir yapıdan ziyade, çocuğun korunmasını esas alan dinamik ve çok kaynaklı bir düzenleme alanı olarak karşımıza çıkar. Bu durum, velayet davalarının yürütülmesinde hukuki bilgi ve tecrübenin yanı sıra çocuk psikolojisi, pedagojik değerlendirme ve sosyal çevre analizinin de önemini artırmaktadır.
Bu normatif çerçevenin ardından velayet davalarının hangi durumlarda açılabileceği ve velayet talebinin hukuki nitelendirilmesinin nasıl yapılacağı önem kazanmaktadır. Zira her velayet uyuşmazlığı aynı hukuki kategoriye girmemekte; boşanma ile birlikte yürütülen velayet talebi, boşanma sonrası velayet değişikliği, evlilik dışı çocuklarda velayet ve velayetin kaldırılması gibi farklı dava türleri farklı usul ve değerlendirme ölçütleri doğurmaktadır.
3. Velayet Davası Türleri ve Açılabileceği Hukuki Durumlar
3.1. Boşanma Davası ile Birlikte Açılan Velayet Talebi
Velayet davasının en sık görülen biçimi, boşanma davası ile birlikte ileri sürülen velayet talebidir. Türk Medeni Kanunu uyarınca boşanma kararı verilmesi hâlinde, hâkim velayet konusunda mutlaka bir düzenleme yapmak zorundadır. Tarafların velayete ilişkin talepleri bulunmasa dahi, mahkeme çocuğun üstün yararı ilkesini gözeterek velayetin hangi ebeveyne verileceğini belirler. Bu zorunluluk, velayet düzenlemesinin kamu düzeni niteliğini ve çocuğun korunmasına yönelik devlet müdahalesinin kapsamını açıkça ortaya koymaktadır.
Çekişmeli boşanma davalarında velayet talebi, taraflar arasındaki uyuşmazlığın en yoğun yaşandığı konuların başında gelir. Taraflar çoğu zaman velayeti bir hak veya güç alanı olarak görerek kendi lehlerine karar verilmesini talep ederler. Ancak uygulamada mahkemeler, tarafların kişisel çatışmalarından bağımsız olarak çocuğun hangi ebeveyn yanında fiziksel, duygusal ve sosyal gelişimini daha sağlıklı sürdürebileceğini değerlendirmektedir.
Anlaşmalı boşanma davalarında ise taraflar, boşanma protokolünde velayetin kimde kalacağını ve kişisel ilişki ile nafaka düzenlemelerini kararlaştırabilirler. Ancak burada kritik nokta, hâkimin bu düzenlemelerle bağlı olmamasıdır. Uygulamada sıkça karşılaşıldığı üzere hâkim:
- Protokol hükümlerinin çocuğun üstün yararına uygun olmadığını değerlendirirse,
- Taraflardan birinin protokolde yer alan koşulları gerçekte yerine getiremeyeceği anlaşılıyorsa,
- Çocuğun güvenliği, sağlığı veya gelişimi tehlike altındaysa
protokolü onaylamayabilir ve velayeti diğer tarafa verebilir veya kişisel ilişkiyi farklı şekilde düzenleyebilir. Bu durum anlaşmalı boşanmada dahi velayet konusunun mutlak bir taraf tasarrufu alanı olmadığını göstermektedir.
Boşanma ile birlikte velayet talebi ileri sürüldüğünde, mahkeme genellikle sosyal inceleme raporu alınmasına karar verir. Bu rapor, uzmanlar tarafından yapılan ev ziyaretleri, ebeveyn ve çocuk görüşmeleri, psikolojik değerlendirmeler ve çevresel koşulların analizini içerir. Mahkeme bu raporu velayet takdirinde önemli bir delil olarak değerlendirir; ancak rapor hâkimi bağlamaz. Hâkim, raporu diğer delillerle birlikte değerlendirir ve çocuğun üstün yararı yönünden nihai kararını oluşturur.
Bu bağlamda boşanma davası ile birlikte açılan velayet talepleri, hem usul hem de değerlendirme ölçütleri bakımından velayetin bağımsız şekilde talep edildiği davalardan farklı özellikler taşıyabilir. Özellikle tarafların çekişmeli olması, iddia edilen vakıaların yoğunluğu ve boşanma sürecinin duygusal yükü, velayet değerlendirmelerinde ek hassasiyet gerektirir.
Ayrıntılı bilgi için bkz. Boşanma Davası Nasıl Açılır?3.2. Boşanma Sonrası Velayet Değişikliği Davası
Boşanma sonrası verilen velayet kararları kesin hüküm niteliği taşısa da velayet hukukunda kesinlik ilkesi mutlak değildir. Çocuğun üstün yararı gerektiriyorsa velayet kararı her zaman yeniden değerlendirilebilir. TMK m. 183 ve m. 349 uyarınca velayet değişikliği davası açılabilmesi için:
- Çocuğun bulunduğu yaşam koşullarında önemli bir değişiklik meydana gelmiş olması,
- Velayet sahibi ebeveynin çocuğun bakım ve gözetim yükümlülüklerini yerine getirmemesi,
- Çocuğun fiziksel veya psikolojik gelişiminin tehlikeye düşmesi,
- Şiddet, ihmal, istismar, bağımlılık gibi ağır vakıaların ortaya çıkması,
- Diğer ebeveynin çocuğun üstün yararı bakımından daha uygun koşullar sağlaması
gibi somut olguların bulunması gerekir.
Yargıtay uygulamasında velayet değişikliği için aranılan en önemli kriter önemli ve sürekli nitelikte değişikliktir. Geçici nitelikteki olaylar veya taraflar arasındaki çatışmalar tek başına velayetin değiştirilmesi için yeterli görülmemektedir. Örneğin:
- Velayet sahibi ebeveynin kısa süreli iş değişikliği,
- Geçici ekonomik sıkıntılar,
- Taraflar arasındaki tartışmalar
tek başına velayet değişikliği sonucunu doğurmaz.
Uygulamada velayet değişikliği davalarının en sık görüldüğü durumlar şunlardır:
- Velayet sahibi ebeveynin çocuğun eğitim ihtiyaçlarını ihmal etmesi,
- Kişisel ilişkiyi sistematik olarak engellemesi,
- Çocuğun diğer ebeveynle bağının kopmasına neden olacak davranışlarda bulunması,
- Yeni evlilik ve çocuğun bu yeni aile ortamına uyum sağlayamaması,
- Ciddi bağımlılık sorunları (alkol, uyuşturucu vb.),
- Şiddet veya istismar iddiaları,
- Çocuğun kendi isteğinin olgunluk düzeyine göre velayet değerlendirmesinde dikkate alınması.
Velayet değişikliği davalarında delil değerlendirmesi son derece kritiktir. Mahkemeler, yeni koşulların velayetin değiştirilmesini zorunlu kılacak düzeyde olup olmadığını titizlikle inceler. Bu nedenle dava açılmadan önce olayların hukuki nitelendirilmesi yapılmalı ve delil stratejisi doğru kurulmalıdır.
Ayrıca velayet değişikliği davalarında mahkemeler, çocuğun mevcut düzeninin bozulmasının yaratacağı olası olumsuz etkileri de dikkate alır. Çocuğun alıştığı okuldan, sosyal çevreden ve bakım veren kişiden ayrılması, psikolojik açıdan risk oluşturabileceğinden velayetin değiştirilmesi ancak zorunlu hâllerde kabul edilmektedir.
Bu yönüyle velayet değişikliği davaları, boşanma sırasında yapılan velayet düzenlemelerine göre daha sıkı değerlendirme ölçütlerine tabidir ve yüksek ispat standartları uygulanmaktadır.
Ayrıntılı değerlendirme için bkz. Boşanma Davası Nasıl Açılır?3.3. Evlilik Dışı Çocuklarda Velayet
Evlilik dışı çocuklarda velayet, Türk Medeni Kanunu’nun 337. maddesinde özel olarak düzenlenmiştir. Bu madde uyarınca evlilik birliği dışında doğan çocuğun velayeti kural olarak anneye aittir. Bu düzenlemenin temelinde, doğumdan itibaren çocuğun bakımını fiilen üstlenen kişinin çoğu durumda anne olması ve çocuğun doğum süreciyle bağlantılı olarak annenin çocuğa yönelik doğal bakım ve gözetim rolünü yerine getirmesi bulunmaktadır. Dolayısıyla evlilik dışı doğan çocuklarda velayet konusunda başlangıç noktası, annenin velayet hakkıdır.
Babanın evlilik dışı çocuk üzerinde velayet hakkı otomatik olarak doğmaz. Soybağının kurulmuş olması, babaya velayet hakkı tanınması bakımından zorunlu bir ön koşul olmakla birlikte tek başına yeterli değildir. Uygulamada sıklıkla görüldüğü üzere baba, çocuğun nüfusuna kaydedilmiş olsa dahi velayet hakkı kazanamaz; velayetin babaya geçmesi için mahkeme kararı bulunması gerekir. Bu durum, velayet kurumunun kamu düzeni niteliği ve çocuğun üstün yararı ilkesinin gereğidir.
Babanın velayeti talep edebilmesi için aşağıdaki hukuki yollar söz konusu olabilir:
- Velayetin babaya verilmesi amacıyla açılacak bağımsız velayet davası,
- Tarafların ortak velayet konusunda anlaşmaları ve bu anlaşmanın hâkim tarafından onaylanması,
- Çocuğun üstün yararının annenin velayeti altında korunamadığının tespiti üzerine velayetin babaya verilmesi,
- Çocuğun annenin yanında ciddi tehlike altında bulunması (ihmal, istismar, bağımlılık, şiddet vb.).
Yargıtay uygulamasında evlilik dışı çocuklarda velayetin anne üzerinde olması, “mutlak ve değişmez” bir kural olarak kabul edilmemektedir. Çocuğun üstün yararı gerektirdiğinde velayetin babaya verilebilmesi veya ortak velayet tesis edilebilmesi mümkündür. Özellikle son yıllarda sosyal ve toplumsal yapıdaki değişimlere paralel olarak ortak velayet uygulamalarına ilişkin yaklaşımların genişlediği görülmektedir.
Ancak babanın velayet talebinde bulunabilmesi için somut olayda şu unsurların ortaya konması önemlidir:
- Babanın çocuğun bakım ve gözetimini fiilen sağlayabilecek kapasitede olması,
- Çocuğun güvenli ve istikrarlı bir ortamda yetişmesini sağlayacak yaşam koşullarının bulunması,
- Baba ve çocuk arasında duygusal bağın mevcut olması,
- Çocuğun gelişimi bakımından annenin yanında kalmasının sakıncalı veya yetersiz olduğuna ilişkin somut delillerin bulunması.
Özellikle annenin çocuğu ihmal ettiği, bakım yükümlülüklerini yerine getirmediği, bağımlılık sorunu yaşadığı, şiddet veya istismar vakalarının söz konusu olduğu durumlarda mahkemeler, çocuğun korunmasını sağlamak amacıyla velayeti babaya verebilmekte veya koruyucu tedbirler uygulayabilmektedir.
Evlilik dışı çocuklarda velayet davalarında dikkat edilmesi gereken bir diğer önemli husus, kişisel ilişki düzenlemesidir. Babanın velayet hakkı bulunmaması, çocuğun babasıyla kişisel ilişkisinin tamamen engellenmesi anlamına gelmez. Mahkeme, çocuğun üstün yararı gerekliliği doğrultusunda baba ile çocuk arasında düzenli bir kişisel ilişki kurulmasını sağlayabilir ve bu ilişkinin korunması için gerekli tedbirleri alabilir.
Uygulamada sıklıkla karşılaşılan sorunlardan biri, annenin babaya yönelik kişisel ilişkiyi engellemesi ve çocuğun babadan uzaklaştırılmasıdır. Bu tür durumlarda kişisel ilişki kararının icrası ve gerekirse velayet değişikliği gündeme gelebilir. Mahkemeler, sistematik şekilde kişisel ilişkiyi engelleyen ebeveynin çocuğun üstün yararına aykırı davrandığını kabul ederek velayet düzenlemesini yeniden değerlendirebilmektedir.
Sonuç olarak evlilik dışı çocuklarda velayet hukuku, anneye tanınan başlangıç karinesi ile birlikte çocuğun korunmasını hedefleyen esnek bir yapı içermektedir. Velayetin babaya verilmesi veya ortak velayet tesis edilmesi her somut olayda çocuğun üstün yararı değerlendirilerek kararlaştırılmakta; soybağının kurulmuş olması tek başına belirleyici olmamaktadır.
3.4. Ortak Velayet Tartışmaları
Ortak velayet, her iki ebeveynin velayet hakkını birlikte ve eşit şekilde kullanmalarını ifade eden bir velayet düzenlemesidir. Türk hukukunda uzun yıllar boyunca ortak velayetin boşanma sonrası mümkün olup olmadığı tartışmalı bir konu olmuştur. TMK’da ortak velayeti açıkça düzenleyen bir hüküm bulunmaması nedeniyle uygulamada mahkemeler, ortak velayet tesis etmekten kaçınmış; velayet genellikle tek ebeveyne verilmiştir.
Ancak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi kararları doğrultusunda Türk yargı uygulamasında önemli bir dönüşüm yaşanmıştır. Özellikle AİHM’in aile hayatına saygı ilkesi ve eşit ebeveynlik yaklaşımı doğrultusunda verdiği kararlar, Türkiye’de ortak velayet uygulamasının genişlemesine zemin hazırlamıştır. Anayasa Mahkemesi de ortak velayetin yasaklanmış bir kurum olmadığı ve çocuğun üstün yararı gerektirdiğinde uygulanabileceği yönünde değerlendirmelerde bulunmuştur.
Yargıtay da son yıllarda verdiği kararlarla, tarafların anlaşmaları ve çocuğun üstün yararı doğrultusunda ortak velayetin mümkün olabileceğini kabul etmeye başlamıştır. Özellikle anlaşmalı boşanma davalarında tarafların ortak velayet talep etmeleri ve bu talebin somut olayda çocuğun yararına uygun bulunması hâlinde mahkemeler ortak velayet tesis edebilmektedir.
Ancak ortak velayetin Türk hukuk sisteminde uygulanabilmesi belirli koşullara bağlıdır. Mahkemeler, ortak velayet kararı verirken öncelikle aşağıdaki kriterleri değerlendirmektedir:
- Ebeveynler arasında iletişim kurma ve iş birliği yapabilme kapasitesi,
- Tarafların çocukla ilgili temel kararları birlikte alabilecek olgunluk ve iradeye sahip olmaları,
- Çocuğun sürekli bir çatışma ortamına maruz kalma riskinin bulunmaması,
- Tarafların çocuğun eğitim, sağlık ve sosyal gelişimine ilişkin sorumlulukları paylaşmaya istekli olmaları,
- Coğrafi koşulların ortak velayete uygun olması (ebeveynlerin farklı şehir veya ülkelerde yaşamaması),
- Çocuğun düzeninin ve istikrarının bozulmaması.
Uygulamada ortak velayet kararı verilmesini en çok engelleyen faktör, ebeveynler arasındaki yüksek çatışma düzeyidir. Mahkemeler, ciddi iletişim sorunları yaşayan, kişisel ilişkiyi engelleyen, karşılıklı suçlamalar ve güven problemi bulunan taraflar arasında ortak velayet tesis edilmesini çoğu durumda çocuğun yararına uygun görmemektedir. Zira ortak velayet, tarafların belirli düzeyde uyum ve iş birliği içerisinde hareket etmelerini zorunlu kılar.
Bununla birlikte ortak velayetin yalnızca “hakların eşit paylaşımı” anlamına gelmediğinin altı çizilmelidir. Ortak velayet düzenlemelerinde çocuğun fiilî olarak nerede yaşayacağı, günlük bakımının kim tarafından sağlanacağı, eğitim ve sağlık kararlarının nasıl alınacağı, kişisel ilişki sürelerinin nasıl düzenleneceği gibi hususların ayrıntılı olarak belirlenmesi gerekir. Aksi hâlde ortak velayet uygulaması, sürekli uyuşmazlık doğuran bir düzenleme hâline gelebilir.
Uygulamada özellikle uluslararası unsurlu evliliklerde ortak velayet talepleri daha sık gündeme gelmektedir. Avrupa ülkelerinin çoğunda ortak velayet temel kural olduğu için Türkiye’de yaşayan taraflar, yabancı mahkeme kararlarının tanınması ve tenfizi süreçlerinde ortak velayetin kabul edilmesini talep edebilmektedir. Türk mahkemeleri de çocuğun üstün yararı gerektirdiğinde bu tür kararları tanıyabilmekte veya uyarlayabilmektedir.
Sonuç olarak ortak velayet, Türk hukukunda açık bir yasal düzenleme bulunmamakla birlikte uygulamada giderek kabul gören bir velayet biçimidir. Ancak mahkemeler, ortak velayet kararını istisnai nitelikte değerlendirmekte ve yalnızca çocuğun üstün yararı bakımından uygun koşulların sağlandığı durumlarda bu yönde hüküm kurmaktadır.
3.5. Velayetin Kaldırılması ve Kayyım/Vesayet Bağlantısı
Velayetin kaldırılması, velayet hukukunda en ağır yargısal müdahalelerden biridir. TMK m. 348 ve m. 349 uyarınca velayetin tamamen kaldırılabilmesi için:
- Ebeveynin velayet görevini ağır şekilde kötüye kullanması,
- Çocuğun fiziksel, psikolojik veya ahlaki gelişiminin ciddi şekilde tehlikeye düşmesi,
- Ebeveynin çocuğu ağır ihmal veya istismar etmesi,
- Ebeveynin velayet görevini yerine getiremeyecek durumda olması (akıl hastalığı, ağır bağımlılık, uzun süreli hapis cezası vb.)
gibi ağır nitelikte somut olguların bulunması gerekir.
Velayetin kaldırılması, velayetin bir başka ebeveyne verilmesi ile karıştırılmamalıdır. Velayetin değiştirilmesi durumunda velayet hakkı diğer ebeveyne geçerken, velayetin kaldırılmasında her iki ebeveyn de velayet hakkını kaybedebilir. Bu durumda çocuk hakkında vesayet hükümleri uygulanır ve çocuğa bir vasi atanabilir. Bu yönüyle velayetin kaldırılması kararı, yalnızca ebeveyn-çocuk ilişkisini değil, çocuğun hukuki statüsünü doğrudan etkileyen bir sonuç doğurur.
Uygulamada velayetin kaldırılması en çok şu durumlarda gündeme gelmektedir:
- Ebeveynin çocuğu ağır ihmal etmesi (temel bakım ihtiyaçlarının dahi karşılanmaması),
- Çocuğun fiziksel veya cinsel istismara maruz kalması,
- Ebeveynin alkol veya uyuşturucu bağımlılığı nedeniyle çocuğun güvenliğinin tehlikede olması,
- Şiddet veya ağır aile içi çatışma ortamı,
- Ebeveynin uzun süre çocuğun bakımını üstlenmemesi ve tamamen ilgisiz kalması.
Bu tür durumlarda mahkemeler, çocuk koruma hukuku kapsamında acil tedbirler alarak çocuğun geçici olarak diğer ebeveyne, bir yakın akrabaya veya sosyal hizmet kuruluşuna yerleştirilmesine karar verebilir. Velayetin kaldırılması kararları çoğu zaman geçici nitelikli koruma tedbirleriyle birlikte değerlendirilir; çocuğun güvenliğinin sağlanması birincil önceliktir.
Velayetin kaldırılması kararı verildiğinde, çocuk hakkında vesayet hükümleri uygulanır. Çocuğa bir vasi atanması, çocuğun hukuki işlemlerinin ve malvarlığının korunması bakımından zorunlu hale gelir. Vesayet makamı ve denetim merci olan sulh ve asliye hukuk mahkemeleri bu süreçte aktif rol oynar.
Bazı durumlarda ise velayet kaldırılmaksızın yalnızca çocuğa belirli işlemler için kayyım atanması mümkündür. Örneğin ebeveyn ile çocuk arasında çıkar çatışması bulunan hukuki işlemlerde (miras taksimi, tazminat davaları, malvarlığı tasarrufları gibi) çocuğun menfaatlerinin korunması amacıyla kayyım atanabilir. Bu durumda velayet devam eder ancak kayyım, yalnızca belirli işlemler bakımından çocuğu temsil eder.
Dolayısıyla velayetin kaldırılması, velayet hukukunda en ağır müdahale niteliğinde olup ancak istisnai hâllerde ve çocuğun korunmasının başka yollarla sağlanamadığı durumlarda uygulanmaktadır. Mahkemeler, velayetin kaldırılmasına karar verirken yüksek ispat standardı uygulamakta ve çocuğun geleceğini doğrudan etkileyecek bu kararların titizlikle değerlendirilmesini sağlamaktadır.
Bu noktada velayet davalarının usulî boyutu önem kazanmaktadır. Velayet davasında görevli ve yetkili mahkemenin belirlenmesi, yargılama usulü ve dava şartları bir sonraki bölümde ayrıntılı olarak ele alınacaktır.
4. Velayet Davasında Görevli ve Yetkili Mahkeme, Usulî Çerçeve
4.1. Görevli Mahkeme
Velayet davalarında görevli mahkemenin belirlenmesi, usul hukukunun en temel konularından biridir. Türk hukuk sisteminde velayet davalarına bakmakla görevli mahkeme, Aile Mahkemeleridir. 4787 sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanun’un 4. maddesi uyarınca aile mahkemeleri, Türk Medeni Kanunu’ndan kaynaklanan tüm aile hukuku uyuşmazlıklarına bakmakla görevlidir. Dolayısıyla velayet talebi:
- Boşanma davası ile birlikte ileri sürülse dahi,
- Boşanma sonrası bağımsız bir velayet davası olarak açılsa dahi,
- Evlilik dışı çocuklara ilişkin velayet taleplerinde,
- Velayetin kaldırılması veya değiştirilmesi taleplerinde
aile mahkemelerinin görev alanına girer.
Aile mahkemelerinin bulunmadığı yerlerde, Asliye Hukuk Mahkemeleri aile mahkemesi sıfatıyla davaya bakar. Bu durumda mahkeme, usulî anlamda aile mahkemesi gibi hareket etmek zorundadır. Yargıtay uygulamasında, aile mahkemesi sıfatıyla davaya bakılmaması görevsizlik sebebi sayılmakta; kararın usulden bozulmasına yol açabilmektedir.
Görev kamu düzenine ilişkin olduğundan, mahkeme görevi re’sen dikkate alır ve tarafların bu konuda yapacakları anlaşmalar geçersizdir. Örneğin taraflar, velayet davasının Sulh Hukuk Mahkemesi veya bir başka mahkemede görülmesi konusunda anlaşsalar dahi bu anlaşma hukuken sonuç doğurmaz.
Aile Mahkemelerinin Uzmanlaşma Niteliği
Aile mahkemelerinin velayet davalarındaki en önemli özelliklerinden biri, bu mahkemelerin uzmanlaşmış mahkemeler olmasıdır. 4787 sayılı kanun, aile mahkemelerinde görev yapan hâkimlerin mümkün olduğunca aile hukuku alanında bilgi ve deneyime sahip olmalarını öngörmektedir. Ayrıca aile mahkemelerinde:
- psikolog,
- sosyal hizmet uzmanı,
- pedagog
gibi uzmanların görev yapması veya mahkemece bu uzmanlardan rapor alınması mümkündür. Bu durum velayet davalarında çocuğun üstün yararının değerlendirilmesi bakımından büyük önem taşır.
Uzman desteği, velayet uyuşmazlıklarının yalnızca hukuki değil aynı zamanda psikolojik ve sosyal boyut içerdiği gerçeğinin kurumsal bir yansıması niteliğindedir. Bu nedenle aile mahkemelerinin uzmanlaşmış yapısı, velayet davalarının çözümünde adaletin daha etkin şekilde sağlanmasına katkı sunar.
4.2. Yetkili Mahkeme
Velayet davalarında yetkinin belirlenmesi, uygulamada en fazla tartışma yaratan konulardan biridir. Yetki kuralları, davanın hangi yerdeki mahkemede açılacağını belirler ve yanlış yetki seçimi, davanın uzamasına veya usulden reddedilmesine yol açabilir.
Velayet talebinin boşanma davası ile birlikte ileri sürülmesi hâlinde yetkili mahkeme:
- eşlerden birinin yerleşim yeri mahkemesi, veya
- son defa birlikte altı ay süreyle oturdukları yer mahkemesidir.
Bu yetki kuralları, boşanma davasına ilişkin genel yetki hükümlerinden kaynaklanmaktadır.
Ancak boşanma sonrası açılan velayet değişikliği davalarında yetki tamamen farklıdır. Bu tür davalarda yetkili mahkeme, çocuğun yerleşim yeri mahkemesidir. Yargıtay’ın yerleşik içtihadına göre velayet uyuşmazlıklarında çocuğun fiilen yaşadığı yer, yetkinin belirlenmesinde temel kriterdir. Bu yaklaşım, çocuğun sosyal çevresine en yakın mahkemenin değerlendirme yapmasını sağlamaya yöneliktir.
Uygulamada sıkça rastlanan uyuşmazlıklardan biri, velayet sahibi ebeveynin çocuğun yerleşim yerini değiştirmesi durumunda hangi mahkemenin yetkili olacağıdır. Yargıtay’a göre çocuğun yerleşim yerinin fiilen değiştirilmiş olması yeterlidir; nüfus kaydı veya adres bildirimi tek başına belirleyici değildir. Örneğin velayet sahibi ebeveyn çocuğu başka bir şehre taşımış ve çocuk burada eğitimine başlamışsa, yeni yerleşim yerindeki aile mahkemesi yetkilidir.
Yetki İtirazları ve Uygulamadaki Sonuçlar
Yetki, kamu düzenine ilişkin olmamakla birlikte ilk itiraz niteliğindedir. Bu nedenle taraflar, yetki itirazını en geç cevap dilekçesinde ileri sürmek zorundadır. Aksi hâlde yetki itirazı dinlenmez ve dava açılan mahkemede görülmeye devam eder.
Yetki itirazlarının uygulamadaki en önemli sonuçları şunlardır:
- davanın uzaması,
- dosyanın yetkili mahkemeye gönderilmesi,
- geçici tedbir kararlarının uygulanmasında gecikmeler,
- çocuğun korunmasına yönelik acil müdahalelerin ertelenmesi.
Bu nedenle velayet davalarında yetkinin doğru tespit edilmesi, stratejik bir önem taşır.
4.3. Yargılama Usulü
Velayet davaları, klasik çekişmeli davalardan farklı usulî özellikler taşır. Bu davalarda hâkim, tarafların sunduğu delillerle bağlı değildir ve re’sen araştırma ilkesi geçerlidir. Bu ilke uyarınca mahkeme, çocuğun üstün yararının belirlenmesi için gerekli gördüğü her türlü araştırmayı yapabilir.
Velayet davalarında uygulanacak yargılama usulü konusunda doktrinde tartışmalar bulunmakla birlikte uygulamada çoğunlukla basit yargılama usulü uygulanmaktadır. Ancak bazı velayet talepleri, boşanma davası kapsamında görüldüğünde yazılı yargılama usulü kuralları uygulanabilir.
Re’sen Araştırma İlkesi
Velayet davalarında re’sen araştırma ilkesi, usul hukukunun en belirgin farklılıklarından biridir. Mahkeme:
- sosyal inceleme raporu alınmasına,
- uzman görüşü istenmesine,
- tarafların sosyal ve ekonomik durumlarının araştırılmasına,
- çocuğun dinlenmesine
kendiliğinden karar verebilir.
Bu yaklaşım, velayet davalarının taraflarca yürütülen bir uyuşmazlık olmaktan ziyade, çocuğun korunmasına yönelik kamu müdahalesi niteliği taşıdığını gösterir.
Bir sonraki bölümde velayet davasında taraf ehliyeti, dava açma hakkı ve temsil yetkisi ayrıntılı olarak incelenecektir.
4.4. Taraf Ehliyeti ve Dava Takip Yetkisi
Velayet davalarında taraf ehliyeti ve dava takip yetkisi, hem usul hukuku hem de aile hukuku açısından kritik bir öneme sahiptir. Bu tür davalarda velayet talebinde bulunabilecek kişiler sınırlı olup, davanın yalnızca belirli kişiler tarafından açılabilmesi, velayet kurumunun kamu düzeni niteliğinin bir sonucudur. Dolayısıyla velayet davaları, her ilgilinin başvurabileceği serbest dava türlerinden değildir.
Velayet davası açma hakkına sahip temel kişiler şunlardır:
- Anne,
- Baba,
- Türk Medeni Kanunu ve ilgili özel kanunlar uyarınca yetkilendirilen kurumlar,
- Cumhuriyet savcısı,
- Sosyal hizmet kurumları ve çocuk koruma birimleri.
Anne ve baba, velayet davalarında asli taraf konumundadır. Ancak velayet davasının yalnızca ebeveynler tarafından açılabileceği düşüncesi yanlıştır. Çocuğun korunmasına yönelik kamu görevi kapsamında Cumhuriyet savcısı veya ilgili kamu kurumları da velayet davası açabilir veya mevcut davaya müdahil olabilir. Bu yetki, çocuğun üstün yararının korunması ve devletin çocuk koruma yükümlülüğünün bir yansımasıdır.
Uygulamada özellikle şu durumlarda Cumhuriyet savcısı veya sosyal hizmet kurumları tarafından velayet davası açıldığı görülmektedir:
- Çocuğun ağır ihmal veya istismara maruz kalması,
- Ebeveynlerin her ikisinin de çocuğa bakım sağlayamayacak durumda olması,
- Çocuğun güvenliğinin ciddi şekilde tehlikeye düşmesi,
- Velayet hakkının kötüye kullanıldığının tespit edilmesi.
Bu tür durumlarda kamu makamlarının velayet davası açma veya velayetin kaldırılması talebinde bulunma yetkisi, çocuğun korunmasını sağlayan önemli bir hukuki mekanizmadır.
Temsil ve Kayyım Atanması
Velayet davalarında taraf ehliyeti kadar önemli bir diğer husus, çocuğun temsilidir. Çocuk, velayet davasının konusu olmakla birlikte davada taraf değildir. Ancak çocuğun haklarının doğrudan etkilendiği bazı durumlarda, çocuğa bir temsilci veya kayyım atanması gerekebilir.
Kayyım atanmasını gerektiren başlıca durumlar şunlardır:
- Ebeveyn ile çocuk arasında çıkar çatışması bulunması,
- Çocuğun malvarlığına ilişkin işlemlerin söz konusu olması,
- Velayetin kaldırılması veya vesayet tesis edilmesi süreçlerinde çocuğun temsil edilmesi ihtiyacı.
Örneğin, velayet davasında ebeveynlerden birinin çocuk adına açılmış bir tazminat davasından elde edilen tazminat üzerinde tasarrufta bulunmak istediği durumda çıkar çatışması doğar. Bu durumda mahkeme çocuğun menfaatlerini korumak amacıyla kayyım atanmasına karar verebilir.
Kayyım atanması, velayet hakkını ortadan kaldırmaz; yalnızca belirli işlemler bakımından çocuğun temsil yetkisini kayyıma devreder. Bu durum, çocuğun menfaatlerinin ebeveynlerin menfaatinden bağımsız olarak korunmasını sağlar.
Taraf Ehliyetsizliği ve Usulî Sonuçları
Velayet davalarında taraf ehliyeti kamu düzenine ilişkin olduğundan, mahkeme taraf ehliyetsizliğini re’sen dikkate almak zorundadır. Örneğin velayet davasının büyük anne veya büyük baba tarafından bağımsız olarak açılması mümkün değildir; bu durumda dava usulden reddedilir. Ancak bu kişiler, velayet davası açılması için ilgili kurumlara başvurabilir veya savcılığa ihbarda bulunabilir.
Taraf ehliyeti ve temsil konusundaki hatalar, uygulamada davaların uzamasına, dosyanın yeniden değerlendirilmesine ve çocuk açısından riskli süreçlerin oluşmasına neden olabilmektedir. Bu nedenle velayet davası açılırken taraf ehliyeti ve temsil koşullarının doğru belirlenmesi büyük önem taşır.
4.5. Geçici Hukuki Koruma Tedbirleri
Velayet davalarının belki de en kritik yönlerinden biri, dava süreci devam ederken çocuğun korunmasına yönelik geçici hukuki koruma tedbirlerinin alınabilmesidir. Zira velayet davaları çoğu zaman uzun bir yargılama süreci gerektirir ve bu süreçte çocuğun zarar görmesinin engellenmesi zorunludur.
Geçici tedbir kararları aşağıdaki durumlarda büyük önem taşır:
- Çocuğun güvenliğinin tehlike altında olması,
- Çocuğun bakım ihtiyaçlarının karşılanmaması,
- Çocuğun psikolojik veya fiziksel zarar görme riski,
- Taraflardan birinin çocuğu kaçırma veya gizleme ihtimali.
Bu tür durumlarda mahkeme, dava açıldığı anda veya dava sürecinde re’sen veya talep üzerine şu tedbirlere karar verebilir:
- Çocuğun geçici olarak bir ebeveyne teslimi,
- Çocuğun bir akraba yanına yerleştirilmesi,
- Çocuğun sosyal hizmet kuruluşuna yerleştirilmesi,
- Tedbir nafakası,
- Kişisel ilişki şartlarının geçici olarak düzenlenmesi.
Özellikle tedbir nafakası, çocuğun dava sürecinde bakım ve eğitim ihtiyaçlarının kesintiye uğramaması açısından büyük önem taşır. Mahkeme, tarafların ekonomik durumunu değerlendirerek tedbir nafakasına hükmedebilir ve bu nafaka kararları derhal uygulanabilir niteliktedir.
Nafaka türleri ve hesaplama kriterleri için bkz. Boşanma Davasında Nafaka TürleriGeçici tedbir kararları, velayet davalarında çocuğun korunmasını sağlayan en etkili araçlardan biridir ve dava sonucunda verilecek nihai kararı doğrudan etkileyebilir. Bir sonraki bölümde velayet davasında delil ve ispat rejimi ayrıntılı şekilde ele alınacaktır.
5. Velayet Davası Nasıl Açılır? Dava Dilekçesi, Talepler ve Başvuru Aşamaları
5.1. Velayet Davası Açılış Sürecinin Adımları
Velayet davası açmak, diğer medeni yargılamalara kıyasla daha karmaşık ve çok boyutlu bir süreçtir. Bu süreç yalnızca bir dava dilekçesinin hazırlanmasından ibaret olmayıp, çocuğun üstün yararının somutlaştırılması, delil stratejisinin oluşturulması, geçici koruma tedbirlerinin değerlendirilmesi ve yargılama sürecinin etkin şekilde yönetilmesini gerektirir. Bu nedenle velayet davası açılmadan önce hukuki ve fiilî durumun kapsamlı şekilde analiz edilmesi zorunludur.
Velayet davası açılış sürecinde izlenmesi gereken temel adımlar şu şekilde özetlenebilir:
- Somut olayın hukuki niteliğinin doğru belirlenmesi,
- Davanın türünün tespit edilmesi (boşanma ile birlikte velayet, velayet değişikliği, velayetin babaya verilmesi, velayetin kaldırılması vb.),
- Görevli ve yetkili mahkemenin belirlenmesi,
- Dava dilekçesinin hazırlanması,
- Delillerin toplanması ve delil stratejisinin kurgulanması,
- Geçici koruma tedbirlerinin değerlendirilmesi (tedbir nafakası, geçici velayet vb.),
- Harç ve masrafların yatırılması veya adli yardım başvurusu yapılması,
- Davanın UYAP üzerinden veya fiziki olarak mahkemeye sunulması.
Bu aşamaların her biri, dava sonucunu doğrudan etkileme potansiyeline sahiptir. Özellikle velayet değişikliği davalarında, önceki kararın gerekçeleri ve mevcut durumdaki değişikliklerin kapsamı dikkatle analiz edilmelidir. Çocuğun üstün yararı ilkesinin somutlaştırılabilmesi adına delil planlaması stratejik önem taşır.
Velayet davası açılmadan önce tarafların sosyal ve ekonomik durumunun, çocuğun yerleşim yerinin, eğitim durumunun ve psikolojik koşullarının tespit edilmesi gerekir. Bu bilgilerin dava dilekçesinde açık ve sistematik şekilde ortaya konulması, mahkemenin re’sen araştırma sürecine yön verir ve değerlendirme alanını belirler.
Somut Olayın Hukuki Nitelendirilmesi
Velayet davası açılırken yapılması gereken en önemli değerlendirmelerden biri, somut olayın doğru hukuki kategoriye yerleştirilmesidir. Çünkü velayet taleplerinin türü, usul kurallarını, delil rejimini ve hatta yetki kurallarını doğrudan etkiler. Örneğin:
- Boşanma ile birlikte velayet talebi,
- Boşanma sonrası velayet değişikliği davası,
- Evlilik dışı çocuklarda velayet davası,
- Velayetin kaldırılması talebi,
- Geçici velayet talepleri
usul ve değerlendirme ölçütleri bakımından birbirinden farklıdır.
Yanlış nitelendirme, davanın reddedilmesine, yetkisizlik veya görevsizlik kararlarına, hatta çocuğun korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin gecikmesine neden olabilir. Bu nedenle velayet davası açılmadan önce somut olayın hukuki çerçevesinin titizlikle belirlenmesi zorunludur.
5.2. Velayet Davası Dilekçesinin Zorunlu Unsurları
Velayet davası dilekçesi, hem usul hukuku hem de maddi hukuk açısından belirli zorunlu unsurlar içermelidir. HMK m. 119 uyarınca dava dilekçesinde bulunması gereken bilgiler velayet davaları açısından daha da önemlidir; zira dilekçede yer alacak bilgiler mahkemenin re’sen araştırma yetkisini yönlendiren temel veri kaynağıdır.
Velayet davası dilekçesinde bulunması gereken temel unsurlar şunlardır:
- Tarafların kimlik ve adres bilgileri,
- Çocuğun kimlik bilgileri ve doğum tarihi,
- Çocuğun yerleşim yeri,
- Velayet talebinin hukuki dayanakları,
- Somut olaya ilişkin açıklamalar,
- Çocuğun mevcut bakım koşullarının ayrıntılı anlatımı,
- Çocuğun eğitim, sağlık ve sosyal durumuna ilişkin bilgiler,
- Tarafların sosyal ve ekonomik durumları,
- Talep sonucu (petitum),
- Deliller.
Velayet davalarında dilekçelerin genel ifadeler içermesi büyük bir eksiklik oluşturur. Mahkemeler somut olgulara dayalı değerlendirme yapar; bu nedenle “çocuğun üstün yararı gereği velayetin tarafımıza verilmesini talep ediyoruz” şeklindeki soyut talepler, tek başına yeterli değildir. Çocuğun hangi nedenlerle diğer ebeveyn yanında zarar gördüğü veya hangi nedenlerle davacı ebeveyn yanında daha iyi gelişim göstereceği somutlaştırılmalıdır.
Bu kapsamda dilekçede şu tür bilgiler önem taşır:
- Çocuğun günlük bakımını kimin sağladığı,
- Çocuğun eğitim düzeni ve okul bilgileri,
- Tarafların çocukla ilişkilerinin niteliği,
- Çocuğun sağlık durumu, varsa tedavi süreçleri,
- Psikolojik değerlendirmeler,
- Aile içi şiddet, ihmal veya istismar iddiaları,
- Sosyal çevre ve yaşamsal koşullar.
Dilekçede yer alan bu bilgiler, sosyal inceleme raporlarının kapsamını da belirleyebilir. Uzmanlar, dilekçede belirtilen iddialar doğrultusunda araştırma yapabilir; bu nedenle dilekçenin içeriği yargılama sürecinin yönü açısından hayati niteliktedir.
Talep Sonucunun Açık ve Net Formüle Edilmesi
Velayet davalarında talep sonucu (petitum) açık ve tereddütsüz şekilde ifade edilmelidir. Mahkemelerin talebi yanlış yorumlamasını engellemek ve kararın kapsamını belirlemek açısından talep sonucunun doğru kurgulanması hukuki yarar bakımından zorunludur.
Örneğin dilekçede:
- Velayetin davacıya verilmesi,
- Çocuğun geçici velayetinin tedbiren davacıya verilmesi,
- İştirak nafakasına hükmedilmesi,
- Kişisel ilişkinin düzenlenmesi,
- Tedbir nafakası talebi
şeklinde açık taleplere yer verilmelidir.
Talep sonucu belirsiz veya eksik düzenlendiğinde mahkeme yalnızca açıkça talep edilen hususlar hakkında karar verebilir; bu da velayet davasında çocuğun korunması açısından olumsuz sonuçlar doğurabilir.
5.3. Talep Edilebilecek Yan ve Fer'i Haklar
Velayet davası açılırken çoğu zaman yalnızca velayetin düzenlenmesi talep edilmez; velayet davaları, niteliği gereği birçok fer'i hukuki talep ile bağlantılıdır. Bu talepler, çocuğun bakımının ve ebeveyn-çocuk ilişkisinin düzenlenmesine yönelik önemli hükümler içerir ve velayet kararının etkinliğini doğrudan etkiler.
Velayet davası ile birlikte talep edilebilecek başlıca fer'i talepler şunlardır:
- İştirak nafakası: Velayet kendisine verilmeyen ebeveynin çocuğun bakım giderlerine katılması,
- Tedbir nafakası: Yargılama sürecinde çocuğun bakımının kesintiye uğramaması için geçici nafaka,
- Kişisel ilişki düzenlenmesi: Çocuğun diğer ebeveynle düzenli şekilde görüşmesini sağlayan hüküm,
- Çocuğun geçici velayetinin verilmesi: Uyuşmazlık sürecinde çocuğun korunması amacıyla geçici velayet,
- Çocuğun teslimi: Velayet kararının icrası için mahkeme kararı,
- Velayet değişikliği talepleri: Önceki velayet kararının değiştirilmesi.
Özellikle tedbir nafakası ve geçici velayet talepleri, davanın ilk aşamalarında çocuğun zarar görmesini engelleyen kritik öneme sahip tedbirlerdir. Bu tür taleplerin dilekçede açıkça yer alması, mahkemenin hızlı ve etkin karar vermesini sağlar.
Bir sonraki bölümde velayet davasında harç ve masraf düzeni, adli yardım talepleri ve geçici velayet tedbirlerinin uygulanmasına ilişkin süreç ayrıntılı biçimde ele alınacaktır.
5.4. Harç, Masraflar ve Adli Yardım Başvurusu
Velayet davalarında harç ve yargılama giderlerinin doğru planlanması, davanın sağlıklı ilerlemesi açısından büyük önem taşır. Velayet davaları, niteliği gereği nispi harca tabi olmayan davalar arasında yer alır ve kural olarak maktu harç alınır. Bu durum, velayet uyuşmazlıklarının para ile ölçülebilir bir değer üzerinden değerlendirilmemesinin bir sonucudur. Zira velayet davalarının temel amacı, çocuğun üstün yararının korunmasıdır.
Velayet davası açılırken ödenmesi gereken başlıca giderler şunlardır:
- Maktu dava harcı,
- Peşin harç,
- Vekâletname harcı,
- Tebligat giderleri,
- Gerekirse bilirkişi ücreti,
- Gerekirse sosyal inceleme uzman raporu masrafları,
- Posta ve dosya masrafları.
Uygulamada velayet davalarında en sık karşılaşılan masraflardan biri, sosyal inceleme raporu gideridir. Mahkeme, sosyal hizmet uzmanı, pedagog veya psikolog görevlendirerek çocuğun yaşam koşullarını yerinde inceletebilir. Bu raporlar çoğu davada belirleyici nitelik taşısa da masrafların taraflarca karşılanması gerekebilir.
Adli Yardım Başvurusu
Ekonomik durumu yetersiz olan taraflar açısından adli yardım mekanizması büyük önem taşır. HMK m. 334 ve devamı hükümleri uyarınca, yargılama giderlerini karşılayamayacak durumda olan kişiler adli yardım talep edebilir. Bu talebin kabul edilmesi hâlinde:
- Harçlar,
- Gider avansı,
- Bilirkişi ve uzman ücretleri,
- Tebligat masrafları
geçici olarak devlet tarafından karşılanır veya ertelenir.
Adli yardım talebi, dilekçe ile mahkemeye yapılır ve başvurunun kabulü için tarafın ekonomik yetersizliğini gösterir belgeler sunması beklenir. Uygulamada mahkemeler:
- SGK dökümleri,
- Gelir belgeleri,
- Tapu ve araç kaydı sorguları,
- Muhtarlık yoksulluk belgesi
gibi belgeleri değerlendirmektedir.
Velayet davalarında adli yardım taleplerinin kabul edilme ihtimali diğer özel hukuk davalarına göre daha yüksektir. Bunun temel nedeni, velayet uyuşmazlıklarının çocuğun korunmasını ilgilendirmesi ve sosyal devlet ilkesinin gereği olarak devletin çocuğun yararını öncelemesidir.
Geçici Velayet ve Masraf Düzeni
Geçici velayet kararı verilmesi hâlinde, çocuğun bakım ve eğitim giderlerinin karşılanması için mahkeme tedbir nafakasına hükmedebilir. Tedbir nafakası, velayet sahibinin ekonomik olarak çocuğun bakımını tek başına üstlenmek zorunda kalmasını önler ve çocuğun temel ihtiyaçlarının kesintiye uğramamasını sağlar.
Mahkemeler tedbir nafakası konusunda hızlı karar verebilmekte; bu kararlar icra edilebilirlik şerhi alınmasına gerek olmadan derhal uygulanabilmektedir. Bu yönüyle tedbir nafakası, velayet davası sürecinde çocuğun korunmasına yönelik en etkili geçici tedbirlerden biridir.
Harç ve masraflara ilişkin düzenlemeler, velayet davasının yalnızca maddi yönünü oluşturmakla birlikte, doğru planlanmadığı takdirde dava sürecinin uzamasına ve çocuğun zarar görmesine yol açabilir. Bu nedenle dava açılmadan önce masraf planlamasının yapılması, adli yardım ihtiyacının değerlendirilmesi ve gerekli belgelerin hazırlanması önemlidir.
5.5. Velayet Davasında Geçici Velayet Tedbirleri
Velayet davalarının en önemli özelliklerinden biri, dava süreci devam ederken çocuğun korunmasını sağlayan geçici velayet kararlarının alınabilmesidir. Bu kararlar, özellikle yüksek çatışmalı velayet uyuşmazlıklarında çocuğun psikolojik ve fiziksel bütünlüğünün korunması açısından hayati niteliktedir.
Geçici velayet, mahkeme tarafından:
- dava açıldığı anda,
- yargılama sürecinde,
- acil müdahale gerektiren durumlarda
re’sen veya talep üzerine verilebilir.
Geçici velayet kararı verilmesini gerektiren başlıca durumlar şunlardır:
- Çocuğun güvenliğinin tehlikede olması,
- Çocuğun bakım ihtiyaçlarının karşılanmaması,
- Şiddet veya istismar iddiaları,
- Çocuğun psikolojik olarak olumsuz etkilenmesi,
- Taraflardan birinin çocuğu kaçırma veya gizleme ihtimali.
Mahkeme, geçici velayet kararı verirken sosyal inceleme raporu veya uzman görüşü talep edebilir; ancak acil durumlarda bu raporlar beklenmeden karar oluşturulabilir. Bu yönüyle geçici velayet, çocuğun korunmasını önceleyen hızlı yargısal müdahale mekanizması niteliğindedir.
Geçici velayet kararları, nihai velayet kararını doğrudan etkileyebilir. Çocuğun geçici olarak teslim edildiği ebeveyn yanında uyum sağladığı, sosyal çevreye adapte olduğu ve bakımının düzenli şekilde gerçekleştiği tespit edilirse, mahkeme bu durumu nihai kararın belirlenmesinde dikkate alabilir.
Bir sonraki bölümde velayet davasında delil ve ispat rejimi, sosyal inceleme raporları ve çocuğun dinlenmesi süreci ayrıntılı olarak incelenecektir.
6. Velayet Davasında Delil ve İspat
6.1. Delil Rejiminin Özellikleri
Velayet davalarında delil ve ispat rejimi, klasik özel hukuk uyuşmazlıklarından önemli ölçüde farklıdır. Zira velayet uyuşmazlıkları, tarafların bireysel menfaatlerinden ziyade çocuğun üstün yararının korunmasına yönelik kamu düzeni niteliği taşır. Bu nedenle mahkeme, tarafların ileri sürdüğü iddia ve delillerle bağlı değildir; gerekli gördüğü hâllerde re’sen araştırma yapabilir, delil toplayabilir ve uzmanlardan rapor isteyebilir.
Velayet davalarında ispat yükü, somut talebin niteliğine göre değişmekle birlikte genel olarak şu çerçevede şekillenir:
- Velayetin değiştirilmesini talep eden taraf, değişikliği gerektiren önemli ve sürekli nitelikteki koşul değişikliklerini ispatla yükümlüdür.
- Çocuğun mevcut durumda zarar gördüğünü iddia eden taraf, bu zararı somut olgularla ortaya koymalıdır.
- Velayetin babaya veya anneye verilmesini talep eden taraf, kendi bakım kapasitesini ve çocuğun üstün yararının kendi yanında gerçekleşeceğini ispatlamalıdır.
Ancak mahkeme, tarafların sunmadığı delilleri de değerlendirme kapsamına alabilir ve devlet kurumlarından bilgi ve belge isteyebilir. Bu yaklaşım, velayet davalarının kamu müdahalesi niteliğini güçlendiren temel bir usulî ilkedir.
Delillerin Serbestçe Takdiri İlkesi
Velayet davalarında hâkim, delilleri serbestçe takdir eder. Bu, hâkimin delillerle bağlı olmadığı anlamına gelmez; ancak delillerin değerlendirilmesinde geniş bir takdir yetkisi bulunduğunu ifade eder. Örneğin tarafların tanık beyanları, sosyal inceleme raporu ile çelişiyorsa mahkeme sosyal inceleme raporunu esas alabilir. Aynı şekilde bir psikolojik değerlendirme, diğer tüm delilleri gölgede bırakabilecek nitelikte olabilir.
Bu nedenle delil stratejisinin yalnızca çok sayıda delil sunmak üzerine değil, nitelikli ve somut delillerle çocuğun üstün yararını ortaya koymak üzerine kurgulanması gerekir.
6.2. Kullanılabilecek Delil Türleri
Velayet davalarında kullanılabilecek deliller geniş bir yelpazeye yayılmaktadır. Başlıca delil türleri şunlardır:
- Sosyal inceleme raporu (psikolog, pedagog, sosyal hizmet uzmanı incelemesi),
- Tanık beyanları,
- Okul ve eğitim kurumlarından alınan belgeler,
- Sağlık kayıtları,
- Psikolojik değerlendirme raporları,
- Fotoğraf ve video kayıtları,
- Mesajlaşma kayıtları (WhatsApp, SMS, e-posta vb.),
- Çocuğun beyanı,
- Sosyal medya paylaşımları,
- Adli ve idari kurum kayıtları (polis tutanakları, hastane kayıtları vb.).
Özellikle dijital delillerin velayet davalarında giderek daha fazla önem kazandığı görülmektedir. Ebeveynlerin çocukla ilgilenme düzeyini, bakım davranışlarını veya ihmal/istismar iddialarını yansıtan dijital içerikler, mahkeme değerlendirmesinde etkili olabilir.
Tanık Beyanlarının Niteliği
Tanık beyanları velayet davalarında önemli olmakla birlikte tek başına belirleyici değildir. Mahkemeler tanıkların objektifliğini, bilgi kaynaklarını ve somut gözleme dayalı anlatımlarını değerlendirir. Aile bireylerinin tanıklığı çoğu zaman taraflı kabul edilerek daha düşük ispat değeri taşır.
Bu nedenle velayet davalarında:
- öğretmenler,
- komşular,
- bakıcılar,
- okul rehberlik birimi çalışanları
gibi taraf dışı ve çocuğu düzenli gözlemleyen kişilerin tanıklığı daha yüksek delil değeri taşır.
6.3. Sosyal İnceleme Raporu (SİR)
Sosyal inceleme raporu, velayet davalarında en kritik delil türlerinden biridir. Bu rapor, mahkeme tarafından görevlendirilen sosyal hizmet uzmanı, pedagog veya psikolog tarafından hazırlanır ve çocuğun yaşam koşullarının kapsamlı şekilde değerlendirilmesini içerir.
Sosyal inceleme raporu kapsamında şu hususlar incelenir:
- Çocuğun yaşadığı ortam,
- Ebeveynlerin çocukla ilişkisi,
- Bakım kapasitesi,
- Eğitim ve sağlık koşulları,
- Psikolojik durum,
- Sosyal çevre,
- Aile içi iletişim.
Raporda yer alan değerlendirmeler, mahkemenin velayet kararını doğrudan etkileyebilir. Ancak mahkeme sosyal inceleme raporuyla bağlı değildir; raporun eksik veya hatalı olduğu düşünülürse yeni rapor alınması veya uzman dinlenmesi mümkündür.
Sosyal İnceleme Raporunun Eleştirisi
Uygulamada sosyal inceleme raporlarının eleştirildiği başlıca noktalar şunlardır:
- tek ziyarete dayanması,
- yüzeysel gözlem içermesi,
- psikolojik değerlendirmelerin sınırlı olması,
- ebeveyn manipülasyonuna açık olması.
Bu nedenle tarafların, raporun içeriğini inceleyerek eksikliklere ilişkin itiraz haklarını kullanmaları önemlidir.
6.4. Çocuğun Dinlenmesi
Velayet davalarında çocuğun dinlenmesi, hem ulusal hukuk hem de uluslararası düzenlemeler kapsamında zorunlu bir aşamadır. TMK ve Çocuk Haklarına Dair Sözleşme uyarınca, çocuğun görüşünün alınması gerekir; ancak bu görüş tek başına belirleyici değildir.
Mahkeme çocuğu dinlerken:
- psikolojik baskı oluşturmamalı,
- çocuğu taraflardan uzak bir ortamda dinlemeli,
- çocuğun olgunluk düzeyini dikkate almalı,
- uzman eşliğinde görüşme yapılmasını sağlamalıdır.
Çocuğun görüşü:
- yaşına,
- olgunluk düzeyine,
- manipülasyon riskine
göre değerlendirilir.
Bir sonraki bölümde delil değerlendirmesi, ispat standartları ve mahkemenin takdir yetkisi ayrıntılı olarak incelenecek; ardından velayet davalarında hüküm ve karar türlerine geçilecektir.
6.5. Delillerin Değerlendirilmesi ve İspat Standartları
Velayet davalarında delillerin değerlendirilmesi, klasik medeni yargılamalardan farklı bir ispat standardına tabidir. Zira velayet uyuşmazlıklarında mahkeme, yalnızca tarafların iddia ve savunmalarını değil, çocuğun üstün yararı ilkesini gerçekleştirmek için gerekli gördüğü tüm olguları dikkate almak zorundadır. Bu nedenle velayet davalarında mutlak anlamda taraflarca getirilme ilkesi uygulanmaz; mahkeme re’sen araştırma ilkesi kapsamında delil toplama yetkisine sahiptir.
Velayet davalarında uygulanan ispat standardı, doktrinde genellikle şu şekilde ifade edilmektedir:
- Olasılık standardı (ağırlıklı olasılık / üstün olasılık),
- Makûl şüpheden uzak kanaat,
- Çocuğun üstün yararını belirlemeye elverişli somut olgular.
Bu standart, ceza yargılamasında olduğu gibi şüphenin sanık lehine değerlendirilmesi ilkesiyle aynı düzeyde değildir; ancak velayet gibi çocuğun geleceğini doğrudan etkileyen kararlarda mahkemelerin soyut ve belirsiz iddialarla hüküm kurmaması gerektiğini ifade eder.
Mahkemeler delil değerlendirmesinde özellikle şu kriterleri dikkate alır:
- Çocuğun fiilî bakımını kimin sağladığı,
- Çocuğun duygusal bağ kurduğu kişi,
- Ebeveynlerin çocukla iletişim biçimleri,
- Çocuğun eğitim, sağlık ve sosyal gelişim düzeyi,
- Bakım ortamının sürekliliği ve istikrarı,
- Ebeveynin çocuğa zarar verme ihtimali,
- Kişisel ilişkiyi engelleme davranışları,
- Ebeveyn yabancılaştırması belirtileri.
Bu kriterler doğrultusunda mahkeme, delillerin tümünü birlikte değerlendirir ve çocuğun üstün yararı bakımından en uygun çözümü belirler.
Deliller Arası Çelişkilerin Giderilmesi
Velayet davalarında deliller arasında çelişkiler sıkça ortaya çıkmaktadır. Örneğin:
- Taraf tanıkları farklı anlatımlar sunabilir,
- Sosyal inceleme raporu ile psikolojik değerlendirmeler çelişebilir,
- Dijital deliller seçici biçimde sunulmuş olabilir.
Bu tür çelişkilerde mahkeme aşağıdaki yöntemleri kullanabilir:
- Yeni sosyal inceleme raporu alınması,
- Uzman bilirkişi görüşü talep edilmesi,
- Çocuğun yeniden dinlenmesi,
- Ek delil toplanması,
- Kurumlardan bilgi ve belge istenmesi.
Yargıtay içtihatlarına göre, velayet davalarında çelişkili deliller varken yalnızca tanık beyanlarına dayanılarak hüküm kurulması hukuka aykırıdır. Bu durum, velayet kararlarının yüksek denetime tabi olduğunun ve ispat standartlarının sıkı uygulandığının göstergesidir.
Ebeveyn Yabancılaştırması ve İspat Sorunu
Son yıllarda velayet davalarında en önemli tartışma alanlarından biri ebeveyn yabancılaştırmasıdır (parental alienation). Bir ebeveynin çocuğu sistematik biçimde diğer ebeveynden uzaklaştırması, kişisel ilişkiyi engellemesi veya manipülatif söylemlerle çocuğun algısını etkilemesi mahkemeler tarafından çocuğun üstün yararına ağır bir saldırı olarak kabul edilmektedir.
Ancak ebeveyn yabancılaştırmasının ispatı oldukça güçtür. Bu tür durumlarda mahkemeler:
- uzman raporları,
- çocuğun ifadeleri,
- dijital iletişim kayıtları,
- kişisel ilişki icra dosyaları,
- okul ve rehberlik birimi gözlemleri
gibi delilleri birlikte değerlendirir.
Yargıtay kararlarında, ebeveyn yabancılaştırması davranışlarının tespit edilmesi hâlinde velayetin değiştirilmesi sıklıkla gündeme gelmektedir. Bu durum, velayet davalarında ispatın yalnızca olayın varlığını göstermekle sınırlı olmadığını, davranışların çocuğun psikolojik gelişimine etkilerinin de değerlendirilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır.
Delillerin Hukuka Uygunluğu
Velayet davalarında delil toplarken hukuka aykırı yöntemlere başvurulması önemli usul sorunları doğurabilir. Örneğin:
- kişinin özel hayatına izinsiz müdahale,
- hukuka aykırı ses veya görüntü kaydı,
- kanuna aykırı şekilde elde edilen mesajlaşma kayıtları
hukuka aykırı delil kapsamında değerlendirilebilir.
Ancak Yargıtay uygulamasında, çocuğun korunmasına ilişkin bazı durumlarda esneklik sağlanabildiği görülmektedir. Örneğin çocuğun şiddet gördüğünü gösteren gizli çekilmiş bir video kaydı, delil olarak kabul edilebilmektedir. Bu durum, velayet davalarının kamu düzeni ve çocuk koruma merkezi niteliğinin yargısal değerlendirmeye yansımasıdır.
Bir sonraki bölümde mahkemenin velayet kararını oluştururken dikkate aldığı kriterler, karar türleri ve hüküm sonrası uygulanacak süreç ayrıntılı şekilde ele alınacaktır.
7. Mahkemenin Velayet Kararını Oluştururken Dikkate Aldığı Kriterler
7.1. Çocuğun Üstün Yararı İlkesi
Velayet davalarında mahkemenin karar verirken esas aldığı temel ilke, çocuğun üstün yararıdır. Bu ilke, hem Türk Medeni Kanunu’nda hem de uluslararası hukuk belgelerinde yer almaktadır. TMK m. 339 ve devamı hükümleri uyarınca devlet ve yargı organları, çocukla ilgili tüm kararlarda çocuğun fiziksel, duygusal, sosyal ve zihinsel gelişimini en iyi şekilde korumakla yükümlüdür.
Çocuğun üstün yararı ilkesi, yalnızca soyut bir prensip değildir; somut olayda detaylı şekilde uygulanması gereken kapsamlı bir değerlendirme ölçütüdür. Bu nedenle mahkemeler karar verirken çocuğun yaşamının tüm boyutlarını inceler ve velayetin hangi ebeveyn yanında daha sağlıklı gelişeceğini belirlemeye çalışır.
Çocuğun üstün yararının belirlenmesinde dikkate alınan başlıca unsurlar şunlardır:
- çocuğun güvenliği ve fiziksel bütünlüğü,
- duygusal ve psikolojik gelişim,
- sosyal çevre ve okul düzeninin devamlılığı,
- ebeveyn ile kurulan duygusal bağın niteliği,
- bakım, sevgi ve ilgi sürekliliği,
- istikrar ve düzen unsurunun korunması,
- kişisel ilişki düzeninin sağlıklı şekilde yürütülebilmesi,
- çocuğun görüşü ve tercihi.
Mahkemeler, çocuğun üstün yararına ilişkin değerlendirmeyi yaparken yalnızca ebeveynlerin ekonomik koşullarını değil, çocuğun bakım kapasitesini doğrudan etkileyen sosyal ve psikolojik unsurları da dikkate almak zorundadır.
İstikrar ve Düzen Unsuru
Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarına göre velayet kararlarında istikrar ilkesi büyük önem taşır. Çocuğun alıştığı çevreden, okuldan, bakıcıdan veya sosyal ilişkilerinden koparılması, ağır bir değişim yaratabileceği için velayet değişikliğinde yüksek ispat standardı uygulanmaktadır.
Bu nedenle mahkemeler, çocuğun mevcut yaşam düzeninin korunmasının mümkün olduğu durumlarda velayetin değiştirilmesini tercih etmez. Ancak mevcut düzen çocuğun zararına işliyorsa istikrar ilkesi geriye düşer ve çocuğun korunması öncelik kazanır.
Bakım Kapasitesi ve Fiilî İlişki
Mahkemelerin en çok üzerinde durduğu kriterlerden biri, ebeveynlerin çocuğa fiilen bakım sağlama kapasitesidir. Bu kapsamda mahkeme şu hususları değerlendirir:
- çocuğun günlük ihtiyaçlarını kimin karşıladığı,
- ebeveynin çocuğa ayırabildiği zaman,
- çocuğun eğitim ve sağlık süreçlerine katılım,
- çocuğa sağlanan duygusal destek,
- ebeveynin yaşam tarzının çocuğa uygunluğu.
Bu değerlendirme, ekonomik kapasiteyi de içerir ancak ekonomik güç tek başına belirleyici değildir. Yargıtay’a göre velayet kararlarında ekonomik olanaklardan ziyade çocuğun fiilen bakımını sağlayan ebeveyn önceliklidir.
7.2. Ebeveynlerin Kişisel Özellikleri
Velayet kararlarında ebeveynlerin kişisel özellikleri ve yaşam tarzı da değerlendirme konusu olabilir. Ancak bu değerlendirme, ebeveynlerin özel yaşamına müdahale niteliği taşımamalı; yalnızca çocuğun üstün yararı bakımından etkili olduğu ölçüde dikkate alınmalıdır.
Mahkemelerin değerlendirdiği başlıca kişisel özellikler şunlardır:
- ebeveynin karakter ve kişilik özellikleri,
- çocuğa karşı sevgi ve ilgi düzeyi,
- sabır ve iletişim becerileri,
- şiddet eğilimi veya öfke kontrol sorunları,
- bağımlılık problemleri (alkol, uyuşturucu vb.),
- psikiyatrik rahatsızlıklar,
- suç geçmişi,
- sorumluluk bilinci.
Özel hayatına ilişkin tercihler, çocuğun bakımını ve sağlığını olumsuz etkilemediği sürece velayet kararında belirleyici olmamalıdır. Ancak ebeveynin yaşam tarzının çocuğun gelişimine zarar verdiği tespit edilirse bu durum dikkate alınabilir.
Yeni Evlilik ve Aile Ortamı
Mahkemeler, ebeveynin yeni bir evlilik yapmasını veya birlikte yaşadığı bir partner bulunmasını tek başına velayetin değiştirilmesini gerektiren neden olarak kabul etmez. Ancak yeni aile ortamının çocuğun psikolojik ve sosyal gelişimine zarar verdiği, istismar veya ihmal riski doğurduğu, çocuğun uyum sağlayamadığı tespit edilirse bu durum velayet açısından önemli bir kriter haline gelebilir.
Yargıtay kararlarında özellikle şu durumlarda velayet değişikliği gündeme gelebilmektedir:
- çocuğun yeni aile ortamında huzursuzluk yaşaması,
- üvey ebeveynle çatışma,
- çocuğun psikolojik uyum sorunları,
- üvey ebeveyn tarafından kötü muamele iddiaları.
7.3. Kardeşlerin Ayrılmaması İlkesi
Türk yargı uygulamasında velayet kararlarında önemli kriterlerden biri de kardeşlerin mümkün olduğu ölçüde ayrılmaması ilkesidir. Kardeşlerin birbirinden koparılması, psikolojik gelişim ve sosyal bağlılık açısından ciddi olumsuzluklar doğurabileceği için mahkemeler çoğu durumda kardeşlerin birlikte kalmasını tercih eder.
Ancak bazı istisnai durumlarda kardeşlerin ayrılması gerekebilir. Örneğin:
- kardeşlerden birinin özel bakım ihtiyacı bulunması,
- farklı yaş gruplarının farklı eğitim ihtiyaçları,
- kardeşler arasında ciddi şiddet veya travmatik ilişki bulunması,
- kardeşlerden birinin diğer ebeveynle daha güçlü duygusal bağ kurmuş olması.
Bu tür istisnalar somut delillerle ortaya konmadığı sürece mahkemeler, kardeşleri ayırmaya yönelik talepleri reddetme eğilimindedir.
7.4. Kişisel İlişki Düzeninin Önemi
Velayet kararının belirlenmesinde mahkemeler tarafından dikkate alınan en önemli unsurlardan biri, çocuğun velayet verilmeyen ebeveynle kişisel ilişki kurma hakkıdır. Çocuğun her iki ebeveynle de duygusal bağını sürdürmesi, sağlıklı bir psikososyal gelişim için kritik kabul edilmektedir. Bu nedenle mahkemeler, velayet hangi ebeveyne verilirse verilsin, diğer ebeveynle düzenli ve sağlıklı bir kişisel ilişki tesis edilmesini gözetir.
Kişisel ilişki düzenlenirken mahkemeler şu kriterleri değerlendirir:
- çocuğun yaşı ve gelişim düzeyi,
- ebeveynler arasındaki iletişim düzeyi,
- coğrafi mesafe,
- çocuğun eğitim programı,
- çocuğun özel ihtiyaçları,
- ebeveynlerin çocuğa yaklaşım tarzı.
Kişisel ilişki hakkı, yalnızca ebeveynin bir hakkı olarak değil, aynı zamanda çocuğun bir hakkı olarak değerlendirilir. Bu nedenle Yargıtay, kişisel ilişkiyi sistematik biçimde engelleyen ebeveynin davranışlarını çocuğun üstün yararına aykırı kabul ederek velayetin değiştirilmesini dahi mümkün görmektedir.
Kişisel İlişkiyi Engellemenin Sonuçları
Uygulamada sıklıkla görülen sorunlardan biri, velayet sahibi ebeveynin kişisel ilişkiyi engellemesi veya çocuğu diğer ebeveynden uzaklaştırmaya çalışmasıdır. Bu tür durumlarda mahkeme:
- icra yoluyla çocuk teslimine,
- uzman eşliğinde kişisel ilişki tesisine,
- kademeli kişisel ilişki düzenlemesine,
- velayet değişikliğine
karar verebilir.
Yargıtay uygulamalarında, kişisel ilişkiyi ağır ve sürekli şekilde engelleyen ebeveynin velayet hakkını kötüye kullandığı kabul edilmekte ve velayet değişikliğinin yolu açılmaktadır. Bu yaklaşım, çocuğun her iki ebeveynle bağ kurma hakkının korunması amacı taşır.
7.5. Çocuğun Görüşü ve Tercihi
Türk Medeni Kanunu, Çocuk Haklarına Dair Sözleşme ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları uyarınca çocukların kendilerini ilgilendiren konularda görüşlerinin alınması gerekmektedir. Bu nedenle velayet davalarında çocuğun görüşü, özellikle belirli bir yaş ve olgunluk düzeyine ulaştığında önemli bir değerlendirme kriteridir.
Genel kabul gören uygulamaya göre:
- 7 yaş altı çocukların görüşü sınırlı etkide,
- 7–12 yaş arası çocukların görüşü destekleyici nitelikte,
- 12 yaş üstü çocukların görüşü ise güçlü belirleyici etkiye sahiptir.
Ancak çocuğun görüşü hiçbir zaman tek başına belirleyici değildir. Çocuğun beyanının:
- manipülasyondan uzak olması,
- özgür iradeye dayanması,
- kişisel ilişki veya ebeveyn yabancılaştırmasının sonucu olmaması
gerekmektedir.
Mahkemeler çocuğu dinlerken genellikle:
- uzman eşliğinde görüşme,
- mahkeme dışı görüşme odası,
- taraflardan uzak ortam
gibi yöntemler kullanır.
AİHM kararlarında çocuğun görüşüne yeterli ağırlık verilmemesi, adil yargılanma hakkı ihlali olarak değerlendirilmiştir. Bu nedenle Türk mahkemelerinde çocuğun görüşünün değerlendirilmesine ilişkin hassasiyet giderek artmaktadır.
7.6. Eğitim, Sağlık ve Sosyal Çevre Faktörleri
Velayet kararlarında mahkemeler, çocuğun eğitim ve sağlık süreçlerinin sürekliliğine büyük önem verir. Çocuğun okulundan, öğretmenlerinden, arkadaş çevresinden ayrılması, travmatik etki yaratabileceği için velayetin değiştirilmesi taleplerinde bu hususlar titizlikle incelenir.
Mahkemeler şu noktaları değerlendirir:
- çocuğun eğitim başarısı,
- okula devam durumu,
- özel eğitim veya destek ihtiyacı,
- sağlık tedavileri ve sağlık hizmetlerine erişim,
- sosyal çevre ve uyum durumu,
- yaşam alanının güvenlik ve uygunluk düzeyi.
Özellikle özel eğitim ihtiyacı olan çocuklarda, mevcut eğitim ortamının korunması öncelikli kabul edilir. Aynı şekilde kronik hastalığı bulunan çocuklarda, tedavi ve sağlık desteğinin sürekliliği velayet kararında belirleyici olabilir.
7.7. Ebeveynlerin İş ve Yaşam Koşulları
Mahkemeler velayet kararlarını verirken ebeveynlerin çalışma koşullarını ve yaşam düzenini de değerlendirir. Örneğin:
- düzensiz çalışma saatleri,
- seyahat gerektiren iş,
- gece mesaisi,
- sık sık şehir veya ülke değişikliği
ebeveynin çocuğa bakım kapasitesini olumsuz etkileyebilir.
Ancak Yargıtay’a göre çalışmak tek başına velayet için engel değildir. Çalışan ebeveynin çocuğa bakım desteği sağlayabilecek bir sosyal çevresi veya destek sistemi varsa (bakıcı, aile desteği vb.), bu durum velayet açısından olumsuz kabul edilmez.
Bir sonraki bölümde mahkemenin velayet konusunda verebileceği karar türleri, kararların hukuki sonuçları ve karar sonrası süreç ayrıntılı olarak ele alınacaktır.
8. Velayet Davasında Karar Türleri ve Hükmün Sonuçları
8.1. Mahkemenin Verebileceği Karar Türleri
Velayet davasının sonunda mahkeme, çocuğun üstün yararı ilkesini esas alarak çeşitli kararlar verebilir. Velayet davaları, yalnızca velayetin hangi ebeveyne verileceğine ilişkin kararlarla sınırlı olmayıp; kişisel ilişki düzeni, nafaka ve geçici tedbirlerin devamı gibi birçok hukuki sonucu beraberinde getirir.
Mahkemenin velayet davası sonunda verebileceği başlıca karar türleri şunlardır:
- Velayetin bir ebeveyne verilmesi,
- Velayetin değiştirilmesi,
- Ortak velayet kararı,
- Velayetin kaldırılması ve vesayet hükümlerinin uygulanması,
- Kişisel ilişki düzenlenmesi,
- İştirak nafakasına hükmedilmesi,
- Tedbir nafakasının devamına veya değiştirilmesine karar verilmesi,
- Çocuğun teslimine ilişkin hüküm.
Bu kararlar, velayet davasının doğası gereği kamu düzeni niteliği taşıdığından mahkeme, tarafların talepleriyle bağlı olmaksızın çocuğun üstün yararı doğrultusunda hüküm kurabilir. Örneğin taraflar velayetin belirli ebeveyne verilmesi konusunda anlaşmış olsa dahi mahkeme bu düzenlemeyi uygun bulmayabilir.
Velayetin Bir Ebeveyne Verilmesi
Mahkeme, delillerin ve uzman raporlarının değerlendirilmesi sonunda velayetin çocuğun üstün yararı bakımından daha uygun gördüğü ebeveyne verilmesine karar verebilir. Bu karar, çocuğun bakım, eğitim, sağlık ve temsil haklarının ilgili ebeveyn tarafından kullanılacağı anlamına gelir.
Velayet kararında mahkeme mutlaka:
- kişisel ilişki düzenini,
- iştirak nafakasını,
- çocuğun teslimine ilişkin hükümleri
düzenlemek zorundadır.
Velayetin Değiştirilmesi
Boşanma sonrası açılan velayet değişikliği davalarında mahkeme, mevcut velayet düzeninin çocuğun yararına uygun olmadığı sonucuna varırsa velayeti diğer ebeveyne verebilir. Bu karar türü, velayet hukukunda istisnai nitelikte değerlendirildiğinden yüksek ispat standardı uygulanır.
Ortak Velayet
Mahkeme, tarafların talebi ve somut olayın koşulları doğrultusunda ortak velayet kararı verebilir. Ancak bu karar, ebeveynler arasında ciddi iletişim ve iş birliği gerektirdiğinden uygulamada sınırlı durumlarda tercih edilir.
Velayetin Kaldırılması
Çocuğun güvenliği, sağlığı veya gelişimi ciddi tehlike altındaysa mahkeme velayeti tamamen kaldırabilir. Bu durumda çocuğa vasi atanır ve vesayet hükümleri uygulanmaya başlar.
8.2. Kararın Hukuki Niteliği
Velayet kararları, kamu düzenine ilişkin olduğundan mahkeme kararları kesin hüküm niteliği taşısa da değiştirilebilir niteliktedir. Bu durum, velayetin dinamik bir kurum olmasının bir sonucudur. Çocuğun yaşam koşullarında önemli değişiklikler ortaya çıktığında velayet kararı yeniden değerlendirilebilir.
Bu nedenle velayet kararları:
- kesin hüküm etkisi doğurur,
- ancak kesin maddi anlamda kesin hüküm değildir.
Bu yaklaşım, çocuğun üstün yararının zaman içinde değişebilecek bir kavram olması nedeniyle zorunludur.
8.3. İcra ve Çocuğun Teslimi Süreci
Velayet kararlarının uygulanmasında en önemli sorunlardan biri, çocuğun teslimine ilişkin hükümlerin icra sürecidir. Uygulamada velayet veya kişisel ilişki kararlarının uygulanmasında direnç gösteren ebeveynler nedeniyle icra işlemleri gündeme gelebilmektedir.
Çocuğun teslimi, 2005 yılında yapılan düzenlemelerden sonra klasik cebri icra yöntemlerinden ayrılmış ve çocuk dostu bir icra modeli benimsenmiştir. Bu kapsamda:
- çocuk teslimi işlemleri icra memuru yerine uzman eşliğinde yapılabilir,
- çocuğun psikolojik bütünlüğünün korunması esas alınır,
- zor kullanımı son çare olarak uygulanır.
Ancak buna rağmen kişisel ilişkiyi engelleyen ebeveynler hakkında maddi yaptırımlar ve hatta velayet değişikliği gündeme gelebilir.
İcra Tedbirleri
Kişisel ilişki kararına uymayan ebeveyn hakkında:
- disiplin para cezası,
- zorlama hapsi
uygulanabilir.
Yargıtay, kişisel ilişkiyi sistematik şekilde engelleyen ebeveynin velayet hakkını kötüye kullandığına hükmederek velayet değişikliğine karar verilmesini mümkün görmektedir.
8.4. Nafaka ve Mali Yükümlülükler
Velayet kararlarının en önemli sonuçlarından biri, çocuğun bakım giderlerinin düzenlenmesidir. Mahkeme, velayet kendisine verilmeyen ebeveynin çocuğun bakım giderlerine katılması amacıyla iştirak nafakasına hükmeder.
İştirak nafakasının belirlenmesinde:
- çocuğun ihtiyaçları,
- ebeveynlerin ekonomik durumu,
- yaşam standartları,
- çocuğun eğitim ve sağlık giderleri
dikkate alınır.
Mahkeme ayrıca dava sürecinde tedbir nafakasına hükmetmişse bu nafakanın dava sonunda devam edip etmeyeceğini de belirler.
8.5. Kararın Tebliği ve Kesinleşme Süreci
Velayet kararları taraflara tebliğ edilir ve kesinleşme süreci başlar. Kesinleşme, kararın icra edilebilirlik kazanması açısından önemlidir. Ancak bazı geçici tedbir kararları, kesinleşmeden icra edilebilir.
Taraflar karar hakkında:
- istinaf,
- temyiz
kanun yollarına başvurabilir.
Bir sonraki bölümde velayet kararlarına karşı kanun yolları, istinaf ve temyiz incelemesi ile Yargıtay’ın denetim kriterleri ayrıntılı biçimde ele alınacaktır.
9. Velayet Kararlarına Karşı Kanun Yolları
9.1. İstinaf Başvurusu
Velayet kararları, bölge adliye mahkemeleri nezdinde istinaf incelemesine tabidir. İlk derece mahkemesinin verdiği kararın hatalı olduğu, eksik inceleme yapıldığı veya çocuğun üstün yararının gözetilmediği iddiasıyla taraflar istinaf yoluna başvurabilir. İstinaf, velayet davalarında yalnızca şekli değil maddi denetim de yapabilen bir kanun yoludur; bu nedenle kararın hem hukuk hem de delil yönünden yeniden değerlendirilmesi mümkündür.
İstinaf başvurusunda bulunulabilmesi için:
- kararın taraflara tebliği,
- iki haftalık başvuru süresinin başlaması,
- başvurunun süresi içinde yapılması
gerekmektedir.
İstinaf başvurusu, velayet kararlarının icrasını kural olarak durdurmaz. Ancak istisnai olarak çocuğun üstün yararının ciddi şekilde tehlikeye girdiği durumlarda istinaf mahkemesi yürütmenin durdurulmasına karar verebilir.
İstinaf İncelemesinin Kapsamı
Bölge adliye mahkemeleri velayet davalarında yalnızca hukuki inceleme yapmakla yetinmez; somut olayın delillerini yeniden değerlendirir. Bu kapsamda:
- sosyal inceleme raporları,
- tanık beyanları,
- pedagog ve psikolog görüşleri,
- bilirkişi raporları,
- mahkeme gözlemleri
yeniden ele alınabilir.
İstinaf mahkemeleri özellikle şu durumlarda ilk derece mahkemesi kararını kaldırma eğilimindedir:
- sosyal inceleme raporu alınmadan karar verilmiş olması,
- çocuğun görüşünün alınmaması,
- kişisel ilişki engellemelerinin dikkate alınmaması,
- çocuğun mevcut düzeninin bozulmasının gerekçesiz olması,
- yeni aile ortamının değerlendirilmemesi.
Bu nedenle istinaf dilekçelerinin yalnızca hukuki itirazlara dayanması yeterli olmayıp, çocuğun üstün yararının somutlaştırılarak ortaya konulması gerekir.
9.2. Temyiz Başvurusu
İstinaf incelemesinden geçen velayet kararları, şartları oluştuğunda temyiz yoluyla Yargıtay denetimine tabidir. Temyiz incelemesinde Yargıtay, delilleri yeniden değerlendirmez; ancak hükmün hukuka uygunluğunu, usuli işlemlerin doğru uygulanıp uygulanmadığını ve çocuğun üstün yararı ilkesinin gözetilip gözetilmediğini denetler.
Temyiz incelemesinin ardından Yargıtay şu kararları verebilir:
- onama,
- bozma,
- kısmen bozma,
- düzelterek onama.
Bozma kararı verilmesi halinde dosya yeniden istinaf mahkemesine veya ilk derece mahkemesine gönderilir.
Yargıtay'ın Denetim Kriterleri
Yargıtay, velayet kararlarını değerlendirirken bazı temel kriterler kullanır. Bu kriterler arasında:
- çocuğun üstün yararının somutlaştırılması,
- gerekçeli kararın yeterliliği,
- sosyal inceleme raporunun bulunup bulunmadığı,
- kişisel ilişki düzeninin uygunluğu,
- kardeşlerin ayrılması gerekip gerekmediği,
- çocuğun görüşünün dikkate alınıp alınmadığı
gibi unsurlar yer alır.
Yargıtay, özellikle kişisel ilişkiyi sistematik olarak engelleyen ebeveynin velayetinin devamını çocuğun üstün yararı ile bağdaşmaz bulmakta ve velayet değişikliğini gündeme getirmektedir.
9.3. Kanun Yollarının Velayet Üzerindeki Etkisi
Kanun yollarına başvurulması, çoğu durumda velayet kararının icrasını durdurmaz. Ancak:
- çocuğun güvenliği,
- istismar riski,
- ciddi psikolojik zarar tehlikesi
gibi durumlarda istinaf mahkemesi geçici tedbir niteliğinde koruma kararı verebilir ve çocuğun teslimini durdurabilir.
Bu yaklaşım, velayet kararlarının kamu düzeni niteliği taşıması ve çocuğun korunmasının öncelikli olması nedeniyle kabul edilmektedir.
9.4. Uygulamada Karşılaşılan Sorunlar
Kanun yolu süreçlerinde uygulamada sıkça karşılaşılan sorunlar şunlardır:
- istinaf incelemesinin uzun sürmesi,
- kişisel ilişki kararlarının uygulanmasında güçlükler,
- icra süreçlerinin travmatik etkileri,
- bozma sonrası yeniden yargılamada gecikmeler.
Bu sorunlar, çocuğun psikolojik gelişimini olumsuz etkileyebileceği için mahkemeler ve uzmanlar tarafından hassasiyetle ele alınmalıdır.
Bir sonraki bölümde velayet kararının kesinleşmesinden sonra ortaya çıkan süreçler, kararın değiştirilmesi ve velayetin kaldırılması koşulları ayrıntılı biçimde incelenecektir.
10. Velayet Kararının Değiştirilmesi ve Kaldırılması
10.1. Velayet Kararının Değiştirilmesi Şartları
Velayet kararı, kamu düzenine ilişkin olması nedeniyle kesin hüküm teşkil etse de değiştirilebilir niteliktedir. Bu durum, çocuğun ihtiyaçlarının ve yaşam koşullarının zamanla değişebileceği gerçeğinin bir sonucudur. Bu nedenle velayet kararları statik değil dinamik kabul edilir ve somut koşulların değişmesi halinde yeniden değerlendirilmesi mümkündür.
Türk Medeni Kanunu ve Yargıtay içtihatlarına göre velayetin değiştirilmesi için şu şartlardan en az birinin gerçekleşmesi gerekir:
- çocuğun üstün yararının mevcut velayet düzeni ile bağdaşmaması,
- velayet sahibi ebeveynin çocuğa bakma yükümlülüğünü ihmal etmesi,
- kişisel ilişkiyi sistematik olarak engelleme,
- çocuğun fiziksel veya psikolojik güvenliğinin tehlikeye girmesi,
- ebeveynin sağlık durumunun çocuğa bakmaya elverişsiz hale gelmesi,
- ebeveynin yaşam koşullarında önemli değişiklikler meydana gelmesi,
- çocuğun yeni bir aile ortamına uyum sağlayamaması,
- ebeveyn yabancılaştırması (parental alienation) uygulamaları,
- çocuğun görüş ve tercihini değiştirmesi (yaş ve olgunluk düzeyi yüksekse).
Bu şartların değerlendirilmesinde mahkemeler, velayetin değiştirilmesinin çocuğun mevcut düzenini bozup bozmayacağını ve bu değişikliğin çocuğun yüksek yararına hizmet edip etmeyeceğini titizlikle inceler.
Yargıtay'ın Yaklaşımı
Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarına göre velayetin değiştirilmesi için yeni ve önemli bir olgunun ortaya çıkması şarttır. Mevcut velayet düzeninin yalnızca taraflar arasındaki çekişmeden dolayı değiştirilmesi kabul edilmez.
Özellikle şu durumlarda Yargıtay velayet değişikliğini uygun görmektedir:
- çocuğun kişisel ilişki kurmasının sürekli engellenmesi,
- çocuğun eğitim ve sağlık ihtiyaçlarının karşılanmaması,
- velayet sahibi ebeveynin çocuğu diğer ebeveyne karşı olumsuz şekilde yönlendirmesi,
- çocuğun ciddi psikolojik zarar gördüğünün raporla tespit edilmesi,
- çocuğun görüşünün açık ve istikrarlı biçimde değişmiş olması.
Bu yaklaşım, çocuğun üstün yararı ilkesinin somut uygulanması bakımından büyük önem taşır.
10.2. Ebeveyn Yabancılaştırması (Parental Alienation)
Uygulamada velayet değişikliği davalarının önemli bir kısmını ebeveyn yabancılaştırması oluşturmaktadır. Ebeveyn yabancılaştırması, velayet sahibi ebeveynin çocuğu diğer ebeveynden uzaklaştırmak amacıyla sistematik manipülasyon yapması, çocuğun duygusal bağını zayıflatması ve kişisel ilişkiyi engellemesi şeklinde ortaya çıkar.
Bu tür davranışların tespit edilmesi halinde mahkemeler:
- kişisel ilişki düzenini değiştirebilir,
- uzman eşliğinde kişisel ilişki tesisine karar verebilir,
- velayet değişikliğine hükmedebilir.
Yargıtay, ebeveyn yabancılaştırmasını çocuğun üstün yararına ağır bir müdahale olarak değerlendirerek velayet değişikliği için haklı sebep kabul etmektedir.
10.3. Velayetin Kaldırılması
Velayetin değiştirilmesinden farklı olarak velayetin tamamen kaldırılması, oldukça ağır bir tedbir olup yalnızca istisnai durumlarda başvurulur. Türk Medeni Kanunu m. 348 uyarınca velayet şu durumlarda kaldırılabilir:
- ebeveynin çocuğa karşı ağır ihmal veya istismar uygulaması,
- ebeveynin çocuğun güvenliğini ciddi şekilde tehlikeye sokması,
- ebeveynin velayet görevini yerine getiremeyecek durumda olması (akıl hastalığı, bağımlılık vb.),
- ebeveynin uzun süre ortadan kaybolması veya cezaevinde bulunması,
- çocuğun korunma altına alınması.
Velayetin kaldırılması halinde çocuğa vasi atanır ve çocuğun hukuki temsilcisi vesayet makamı olur.
Velayetin Kaldırılmasının Sonuçları
Velayetin kaldırılması, ebeveynin çocuk üzerindeki tüm velayet yetkilerinin sona ermesi anlamına gelir. Ancak kişisel ilişki hakkı tamamen ortadan kalkmaz; mahkeme, çocuğun yararına uygun görürse kişisel ilişki düzenleyebilir.
Velayet kaldırma kararları, kamu düzenine ilişkin olması nedeniyle sıkı denetime tabidir ve kanun yollarında titizlikle incelenir.
10.4. Geçici Koruma Tedbirleri
Mahkeme, velayet yargılaması sırasında çocuğun korunması amacıyla geçici tedbir kararları verebilir. Bu tedbirler arasında:
- geçici velayet,
- kişisel ilişki sınırlaması,
- kişisel ilişkinin uzman eşliğinde yapılması,
- çocuğun tesliminin ertelenmesi
yer alabilir.
Geçici tedbirler kesin hüküm niteliği taşımaz ancak çocuğun güvenliği açısından hayati önem taşır.
10.5. Velayetin Yeniden Değerlendirilmesi
Velayet kararları, çocuğun gelişim süreci boyunca ihtiyaçlarının değişmesi nedeniyle belirli aralıklarla yeniden değerlendirilebilir. Özellikle:
- çocuğun ergenlik dönemine girmesi,
- aile yapısındaki değişiklikler,
- çocuğun eğitim hayatındaki değişiklikler,
- sağlık durumunda gelişmeler
gibi durumlar velayet düzeninin güncellenmesini gerektirebilir.
Bir sonraki bölümde velayet kararlarının uygulanması sonrası süreç, kişisel ilişki düzeninin değiştirilmesi ve nafaka yükümlülüklerinin güncellenmesi ayrıntılı olarak ele alınacaktır.
11. Velayet Sonrası Süreç ve Uygulamada Ortaya Çıkan Durumlar
11.1. Kişisel İlişki Düzeninin Değiştirilmesi
Velayet kararının kesinleşmesinden sonra ebeveynler arasında en sık tartışma konusu, kişisel ilişki düzeninin uygulanması ve değiştirilmesidir. Velayet kendisine verilmeyen ebeveyn ile çocuğun sağlıklı bir ilişki kurması, çocuğun duygusal ve psikososyal gelişimi için büyük önem taşır. Bu nedenle kişisel ilişki kararları dinamik nitelikte olup somut koşulların değişmesi halinde güncellenebilir.
Kişisel ilişki düzeninin değiştirilmesi için mahkemeye başvuruda bulunulabilmesi adına şu durumların ortaya çıkması yeterli kabul edilir:
- çocuğun eğitim programının değişmesi,
- ebeveynlerin çalışma saatlerinde değişiklik olması,
- ebeveynlerden birinin taşınması,
- kişisel ilişki sırasında çocuğun zarar görmesi,
- kişisel ilişki uygulamasının çocuğun düzenini olumsuz etkilemesi,
- kişisel ilişkinin sistematik olarak engellenmesi.
Mahkemeler, kişisel ilişki düzenini değiştirirken her zaman çocuğun üstün yararını esas alır. Ebeveynlerin talepleri, bu ilke doğrultusunda değerlendirilir ve talepler yalnızca ebeveynlerin kişisel tercihleri üzerine kuruluysa kabul edilmez.
Kademeli Kişisel İlişki
Uygulamada küçük yaşta çocuklar için sıklıkla kademeli kişisel ilişki düzeni tercih edilir. Bu düzen, çocuğun bir ebeveyne kademeli olarak uyum sağlaması ve güven ilişkisi kurması amacıyla aşamalı olarak görüşme sürelerinin artırılmasını içerir. Örneğin başlangıçta kısa süreli ve uzman gözetiminde yapılan görüşmeler, zamanla tam gün veya gece kalmalı görüşmelere dönüşebilir.
Kademeli kişisel ilişki, özellikle ebeveyn yabancılaştırması tespit edilen dosyalarda, çocuğun travmatik bir geçiş yaşamaması için önemlidir.
11.2. Nafaka Yükümlülüklerinin Güncellenmesi
Velayet kararından sonra çocuğun bakım giderlerinin karşılanması amacıyla hükmedilen iştirak nafakası, çocuğun ihtiyaçlarının artması veya ebeveynlerin ekonomik durumlarının değişmesi nedeniyle güncellenebilir. Nafaka artırımı veya azaltımı davası açılabilmesi için şu şartlardan birinin ortaya çıkması yeterlidir:
- çocuğun eğitim seviyesinin yükselmesi,
- özel eğitim veya sağlık giderlerinin ortaya çıkması,
- ebeveynlerin gelirlerinde artış veya azalma meydana gelmesi,
- enflasyon ve ekonomik koşulların değişmesi,
- çocuğun yaşam standartlarının değişmesi.
Nafaka davalarında mahkemeler, çocuğun ihtiyaçlarını öncelikli olarak değerlendirir ve ebeveynlerin ekonomik gücü doğrultusunda makul bir katkı yükümlülüğü belirler.
Yargıtay, iştirak nafakasının çocuğun temel ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde olmasını zorunlu görmektedir. Bu nedenle ekonomik koşulların belirgin şekilde değiştiği dosyalarda nafaka miktarının güncellenmesi kaçınılmazdır.
11.3. Çocuğun Yer Değişikliği ve Taşınma Durumu
Velayet sahibi ebeveynin şehir veya ülke değiştirmesi, velayet sonrası süreçte en kritik uyuşmazlıklardan biridir. Taşınma, çocuğun eğitim, sosyal çevre ve kişisel ilişki düzenini doğrudan etkilediği için mahkemeler tarafından titizlikle değerlendirilir.
Mahkemeler taşınma konusunda şu kriterleri dikkate alır:
- taşınmanın zorunluluğu (iş, sağlık, güvenlik vb.),
- taşınılan bölgenin çocuğun şartlarına uygunluğu,
- kişisel ilişki düzeninin uygulanabilirliği,
- çocuğun eğitim sürecinin etkilenip etkilenmeyeceği.
Özellikle yurtdışına taşınma durumunda mahkemeler daha sıkı değerlendirme yapar ve çoğu durumda kişisel ilişki düzeninin korunamadığı gerekçesiyle taşınmaya izin verilmemektedir.
Yurt Dışına Çıkış İzni
Velayet sahibi ebeveynin çocuğu yurtdışına çıkarması için diğer ebeveynin izni veya mahkeme kararı gerekir. İzin verilmemesi durumunda mahkeme çocuğun üstün yararını değerlendirerek karar verir.
Yargıtay uygulamalarında, kısa süreli tatil amaçlı yurtdışı seyahatlerinde izin alma zorunluluğu daha esnek değerlendirilirken, yerleşme amacıyla yapılan yurtdışı taşınmalarında izin zorunlu kabul edilmektedir.
11.4. Kişisel İlişki Engellemeleri ve Hukuki Sonuçları
Velayet sonrası en yaygın sorunlardan biri, velayet sahibi ebeveynin kişisel ilişkiyi engellemesidir. Bu engellemeler:
- çocuğu teslim etmemek,
- çocuğu görüşmeye hazırlamamak,
- çocuğa ebeveyn hakkında olumsuz telkinlerde bulunmak,
- çocuğu görüşmeye göndermemek için sağlık gerekçelerini kötüye kullanmak
şeklinde ortaya çıkabilir.
Bu davranışların hukuki sonuçları oldukça ağır olabilir:
- disiplin para cezası,
- zorlama hapsi,
- velayetin değiştirilmesi.
Yargıtay, kişisel ilişkiyi sistematik olarak engelleyen ebeveynin velayet hakkını kötüye kullandığını kabul ederek velayetin değiştirilmesine karar verebilmektedir.
Bu yaklaşım, çocuğun ebeveynleriyle sağlıklı ilişki kurma hakkının korunması açısından son derece önemlidir.
Bir sonraki bölümde velayet davalarında uzman raporlarının önemi, sosyal inceleme süreci ve bilirkişi değerlendirmelerinin hukuki niteliği ayrıntılı biçimde ele alınacaktır.
12. Uzman Raporları, Sosyal İnceleme ve Bilirkişi Değerlendirmeleri
12.1. Sosyal İnceleme Raporunun (SİR) Hukuki Niteliği
Velayet davalarında mahkemenin karar verirken dayandığı en önemli delillerden biri Sosyal İnceleme Raporu (SİR)dur. SİR, uzman meslek elemanları (psikolog, pedagog, sosyal hizmet uzmanı) tarafından hazırlanır ve çocuğun mevcut yaşam koşullarının, ebeveynler ile ilişkilerinin, duygusal ve sosyal gelişiminin objektif biçimde değerlendirilmesini amaçlar.
Sosyal İnceleme Raporu, hukuki açıdan bilirkişi raporu niteliği taşımasa da mahkemeler nezdinde yüksek delil değeri bulunan bir değerlendirme belgesidir. Bu rapor, velayet kararının çocuğun üstün yararına uygun biçimde oluşturulması açısından belirleyici rol oynar.
Yargıtay, birçok kararında sosyal inceleme raporu alınmadan verilen velayet kararlarını eksik inceleme nedeniyle bozmuştur. Bu nedenle uygulamada SİR alınması çoğu durumda zorunlu hale gelmiştir.
Sosyal İnceleme Raporunda İncelenen Unsurlar
SİR hazırlanırken uzmanlar aşağıdaki unsurları değerlendirir:
- çocuğun yaşadığı çevre ve konut koşulları,
- çocuğun ebeveynlerle ilişkisi,
- çocuğun duygusal bağları,
- çocuğun eğitim ve sağlık durumu,
- ebeveynlerin bakım kapasitesi,
- çocuğun sosyal çevresi ve destek sistemleri,
- kişisel ilişki uygulamasının etkileri.
Rapor, hem ebeveynlerle hem çocukla yapılan görüşmeler, ev ziyaretleri ve çevresel gözlemler sonucunda oluşturulur.
12.2. Uzman Görüşlerinin Mahkeme Kararlarına Etkisi
Velayet davalarında uzman raporları mahkemenin takdir yetkisini yönlendiren önemli araçlardır. Ancak mahkeme, uzman raporlarıyla bağlı değildir. Hakim, raporu değerlendirirken diğer delillerle birlikte çocuğun üstün yararı doğrultusunda karar verir.
Bununla birlikte uygulamada mahkemeler, özellikle psikolojik ve sosyal değerlendirmelerde uzman raporlarının yönlendirici niteliğine büyük önem verir. Raporda çocuğun belirli bir ebeveynle daha güvenli ve sağlıklı bir ilişki geliştirdiği tespit edilmişse, mahkeme bu değerlendirmeyi dikkate alarak velayet kararını şekillendirebilir.
Yargıtay kararlarında, uzman raporunun bilimsel verilerden uzak, yüzeysel veya yetersiz olması durumunda mahkemelerin yeni rapor alması gerektiği vurgulanmaktadır.
12.3. Bilirkişi Raporları
Bazı velayet davalarında çocuğun psikolojik durumu, ebeveynlerin ruh sağlığı veya çocuğun özel bakım ihtiyacı gibi teknik konular gündeme gelebilir. Bu durumda mahkeme, alanında uzman kişilerden bilirkişi raporu talep edebilir.
Bilirkişi raporları özellikle şu konularda önem kazanır:
- ebeveynlerden birinin psikiyatrik rahatsızlık iddiası,
- çocuğun travma yaşadığı iddiası,
- ebeveyn yabancılaştırması,
- çocuğun özel eğitim ihtiyacı,
- istismar veya ihmal şüphesi.
Bilirkişi raporları, mahkemenin teknik bilgi gerektiren konularda sağlıklı değerlendirme yapabilmesi için kritik önem taşır.
12.4. Uzman Görüşlerine İtiraz ve Yeni Rapor Talebi
Taraflar, sosyal inceleme ve bilirkişi raporlarına itiraz edebilir. İtiraz gerekçeleri şunlar olabilir:
- raporda maddi hata bulunması,
- eksik inceleme yapılması,
- tarafların beyanlarının dikkate alınmaması,
- bilimsel yöntemlerin kullanılmaması,
- raporun çocuğun üstün yararıyla bağdaşmaması.
Bu durumda mahkemeden ek rapor veya yeni rapor alınması talep edilebilir. Yargıtay, raporun yeterli olmadığı dosyalarda yeni rapor alınmamasını bozma sebebi olarak kabul etmektedir.
12.5. Çocuğun Dinlenmesi ve Görüşünün Alınması
Uzman raporlarının önemli bir parçası, çocuğun görüşünün değerlendirilmesidir. Çocuğun beyanı psikolog veya pedagog eşliğinde, stres yaratmayacak bir ortamda alınır. Bu görüşme sırasında çocuğun yönlendirilmemesi ve özgür iradesiyle konuşması büyük önem taşır.
AİHM ve Yargıtay içtihatlarında çocuğun görüşüne gerekli önemin verilmemesi, velayet kararlarının hak ihlali oluşturabileceği kabul edilmektedir.
Bir sonraki bölümde velayet davalarında delil değerlendirmesi, ispat yükü ve mahkemenin delilleri takdir yetkisi kapsamlı şekilde ele alınacaktır.
13. Delil Değerlendirmesi, İspat Yükü ve Mahkemenin Takdir Yetkisi
13.1. Velayet Davalarında İspat Yükü
Velayet davalarında ispat yükü, diğer özel hukuk uyuşmazlıklarından farklı olarak klasik anlamda taraflara eşit şekilde yüklenmez. Bunun temel nedeni velayet uyuşmazlıklarının yalnızca tarafların menfaatini değil, kamu düzenini ve en başta çocuğun üstün yararını ilgilendirmesidir.
Türk Medeni Kanunu ve yerleşik Yargıtay içtihatlarına göre:
- velayetin değiştirilmesini talep eden taraf, değişikliği gerektiren yeni olguları ispat etmekle yükümlüdür,
- velayeti elinde bulunduran ebeveynin olumsuz davranışları iddia eden tarafça ispatlanmalıdır,
- çocuğun üstün yararına aykırılık iddiasının somutlaştırılması gerekir.
Bununla birlikte mahkeme, kendiliğinden araştırma ilkesi doğrultusunda gerekli gördüğü incelemeleri yapabilir ve tarafların ileri sürmediği delillere dahi başvurabilir. Bu yönüyle velayet davalarında ispat yükü esnek ve çocuğun korunmasını önceleyen bir yapıya sahiptir.
Kendiliğinden Araştırma İlkesi
Aile mahkemeleri, velayet davalarında HMK’nın taraflarca getirilme ilkesini aşarak kendiliğinden delil toplama yetkisine sahiptir. Bu kapsamda mahkeme:
- sosyal inceleme raporu talep edebilir,
- bilirkşi görevlendirebilir,
- çocuğu dinleyebilir,
- okul ve sağlık kayıtlarını isteyebilir,
- sosyal hizmet birimlerinden bilgi talep edebilir.
Bu yaklaşımın amacı, velayet uyuşmazlıklarının yalnızca taraf beyanlarına bırakılmasını engellemek ve çocuğun üstün yararını objektif biçimde tespit etmektir.
13.2. Delil Türleri ve Değerlendirilmesi
Velayet davalarında delil değerlendirmesi son derece geniş kapsamlıdır. Mahkeme, çocuğun yaşamını etkileyen tüm unsurları inceleme konusu yapabilir. Deliller yalnızca yazılı belgelerle sınırlı olmayıp psikolojik, sosyal ve çevresel değerlendirmeleri de içerir.
Velayet davalarında başlıca delil türleri şunlardır:
- sosyal inceleme raporu,
- bilirkişi raporları,
- tanık beyanları,
- okul kayıtları ve öğretmen görüşleri,
- sağlık raporları,
- psikolojik değerlendirme raporları,
- fotoğraf, video ve yazışmalar,
- kişisel ilişki uygulamasına ilişkin icra tutanakları,
- kolluk tutanakları.
Mahkeme, bu delilleri değerlendirirken çocuğun somut durumunu merkeze alır. Örneğin ekonomik durumu daha iyi olan ebeveyn lehine tek başına velayet kararı verilmesi mümkün değildir; önemli olan çocuğun bakımının fiilen kim tarafından sağlandığıdır.
Tanık Beyanlarının Rolü
Tanık beyanları velayet davalarında destekleyici nitelikte delil kabul edilir. Yakın aile üyelerinin tanıklığı genellikle taraflı kabul edilmekle birlikte tamamen değersiz görülmez; ancak objektif üçüncü kişilerin beyanları daha yüksek delil değeri taşır.
Örneğin:
- öğretmenler,
- kreş personeli,
- komşular,
- bakıcılar
tarafların çocukla ilişkisine dair önemli bilgiler sağlayabilir.
13.3. Mahkemenin Takdir Yetkisi
Velayet davalarında mahkemeye tanınan takdir yetkisi oldukça geniştir. Hakim, delilleri serbestçe değerlendirir ve çocuğun üstün yararı doğrultusunda hüküm kurar. Bu takdir yetkisi, tarafların talepleriyle sınırlı değildir.
Örneğin taraflar velayet konusunda anlaşmış olsa dahi mahkeme bu anlaşmayı uygun görmeyebilir ve farklı bir karar verebilir. Aynı şekilde mahkeme, talep edilmese bile kişisel ilişki düzeni veya nafaka hakkında hüküm kurabilir.
Yargıtay içtihatlarına göre:
- hakimin takdir yetkisi sınırsız değildir,
- karar mutlaka gerekçeli olmalı,
- delillerle desteklenmeli,
- çocuğun üstün yararı somutlaştırılmalıdır.
Gerekçeli Karar Zorunluluğu
Velayet kararlarında gerekçenin önemi diğer aile hukuku kararlarına göre daha yüksektir. AİHM ve Yargıtay, gerekçesiz veya yetersiz gerekçeli velayet kararlarını hak ihlali olarak değerlendirebilmektedir.
Bu nedenle mahkeme kararında:
- çocuğun üstün yararının nasıl değerlendirildiği,
- delillerin nasıl takdir edildiği,
- uzman raporlarının ne ölçüde dikkate alındığı
açıkça gösterilmelidir.
13.4. Delillerin İspat Gücü
Velayet davalarında deliller arasında hiyerarşik bir değerlendirme yapılmaz; ancak fiili bakım ilişkisini gösteren delillerin ispat gücü yüksektir. Örneğin:
- çocuğun kimle yaşadığı,
- okul düzeninin kim tarafından sağlandığı,
- sağlık süreçlerinin kim tarafından takip edildiği
mahkemeler açısından belirleyici kabul edilebilir.
Buna karşılık ekonomik deliller, velayet belirlemede ancak yardımcı unsur niteliğindedir.
13.5. Dijital Delillerin Kullanımı
Modern yargılama pratiğinde dijital deliller velayet davalarında giderek daha fazla önem kazanmaktadır. Özellikle:
- WhatsApp yazışmaları,
- sosyal medya paylaşımları,
- konum kayıtları,
- kamera görüntüleri
ebeveynlerin çocukla ilgisi, iletişim düzeyi veya olumsuz davranışları hakkında önemli veriler sağlayabilir.
Ancak dijital delillerin hukuka uygun şekilde elde edilmesi zorunludur. Hukuka aykırı elde edilen deliller, velayet davalarında dahi kural olarak dikkate alınmaz.
Bir sonraki bölümde velayet davalarında sık karşılaşılan özel durumlar (çocuğun özel ihtiyaçları, engellilik durumu, yabancı unsurlu velayet davaları, şiddet iddiaları vb.) ayrıntılı olarak incelenecektir.
14. Velayet Davalarında Özel Durumlar
14.1. Özel Gereksinimli veya Engelli Çocuklarda Velayet
Velayet davalarında en hassas değerlendirme alanlarından biri, çocuğun özel gereksinimli veya engelli olması durumudur. Bu tür durumlarda mahkeme, çocuğun fiziksel, zihinsel, duygusal ve sosyal gelişimi için ihtiyaç duyduğu bakım düzeyine özel önem verir. Engellilik durumu yalnızca tıbbi raporlara dayanılarak değil, çocuğun günlük yaşamına etkisi ve bakım gereksiniminin niteliği çerçevesinde değerlendirilir.
Mahkemeler aşağıdaki unsurları dikkate alır:
- çocuğun özel bakım ihtiyacının düzeyi,
- ebeveynlerin bu bakımı karşılama kapasitesi,
- tedavi ve rehabilitasyon süreçlerinin sürekliliği,
- sağlık kuruluşlarına erişim imkânı,
- özel eğitim gereksinimleri,
- çocuğun rutinlerinin sürdürülebilirliği.
Yargıtay içtihatlarında, engelli veya özel gereksinimli çocuğun velayetinin genellikle bakımını fiilen yerine getiren ve tedavi süreçlerini takip eden ebeveynde bırakılması gerektiği vurgulanmaktadır. Bu yaklaşım, çocuğun gelişimi açısından rutin ve sürekliliğin önemine dayanmaktadır.
Özel Eğitim ve Tedavi Sürekliliği
Özel gereksinimli çocuklarda eğitim ve terapi süreçlerinin kesintiye uğraması çocuğun gelişimine ciddi zararlar verebileceğinden, mahkeme taşınma, velayet değişikliği veya kişisel ilişki düzenlemelerinde bu faktörü kritik ölçüde değerlendirir.
Örneğin:
- fizyoterapi,
- konuşma terapisi,
- duyu bütünleme terapisi,
- özel eğitim desteği
süren çocuklarda mevcut düzen korunmaya çalışılır.
14.2. Şiddet, İstismar ve Koruma Tedbirleri
Velayet davalarında en ciddi müdahale alanlarından biri şiddet ve istismar iddialarıdır. Mahkeme, çocuğun fiziksel veya psikolojik güvenliğinin tehlikede olduğunu değerlendirdiğinde derhal koruma tedbirleri alabilir.
Bu durumda uygulanabilecek tedbirler şunlardır:
- geçici velayet değişikliği,
- kişisel ilişki yasağı veya sınırlandırılması,
- uzman eşliğinde kişisel ilişki,
- çocuğun korunma altına alınması,
- 6284 sayılı Kanun kapsamında koruma tedbirleri.
Şiddet iddiaları yalnızca ebeveyn tarafından değil, üçüncü kişiler (üvey ebeveyn, aile bireyleri vb.) tarafından yöneltildiğinde de mahkeme değerlendirmesinde aynı hassasiyet uygulanır.
Yargıtay kararlarında şiddet iddiasının ciddi bulgularla desteklenmesi durumunda kişisel ilişki hakkının sınırlandırılması veya tamamen kaldırılması kabul edilmektedir.
14.3. Yabancı Unsurlu Velayet Davaları
Taraflardan birinin yabancı ülke vatandaşı olması veya çocuğun yurtdışında bulunması halinde velayet uyuşmazlıkları uluslararası özel hukuk boyutu kazanır. Bu durumda Türk mahkemelerinin yetkisi, uygulanacak hukuk ve kararların tanınması-tenfizi konuları gündeme gelir.
Bu dosyalarda şu hukuki düzenlemeler önem kazanır:
- 5718 sayılı MÖHUK,
- Lahey Çocuk Kaçırmanın Hukuki Yönlerine Dair Sözleşme,
- Çocuk Haklarına Dair Sözleşme,
- AB düzenlemeleri (uygulanabildiği ölçüde).
Uluslararası Çocuk Kaçırma
Ebeveynlerden birinin çocuğu diğer ebeveynin rızası olmadan yurtdışına götürmesi veya yurtdışında alıkoyması durumunda Lahey Sözleşmesi kapsamında başlatılabilir.
Bu süreçte mahkemeler şu kriterleri değerlendirir:
- çocuğun mutat meskeni,
- kaçırma veya alıkoymanın hukuka aykırılığı,
- çocuğun ağır risk altında olup olmadığı.
AİHM ve uluslararası içtihatlar gereği geri iade kararları hızlı şekilde uygulanmalıdır.
14.4. Ebeveynlerin Yeniden Evlenmesi veya Yeni İlişkiler
Velayet uyuşmazlıklarında sık karşılaşılan durumlardan biri ebeveynlerin yeni bir ilişkiye başlaması veya yeniden evlenmesidir. Mahkemeler bu durumu tek başına velayeti değiştirme sebebi olarak kabul etmez.
Ancak yeni ilişkinin çocuğa olumsuz etkileri tespit edildiğinde şu sonuçlar doğabilir:
- kişisel ilişki düzeninin değiştirilmesi,
- kademeli kişisel ilişki uygulanması,
- velayet değişikliği.
Özellikle üvey ebeveyn tarafından kötü muamele iddiaları ciddi şekilde değerlendirilir.
14.5. Ekonomik İmkânlar ve Yaşam Standardı
Mahkemeler ebeveynlerin ekonomik imkânlarını değerlendirir ancak ekonomik güç tek başına velayet belirleme ölçütü değildir. Yargıtay, ekonomik durumu daha iyi olan ebeveyne velayet verilmesini doğru bulmamaktadır.
Esas olan:
- çocuğun fiili bakımını sağlayan ebeveyn,
- istikrar ve düzen unsuru,
- duygusal bağın niteliği,
- güvenli çevre.
Mahkeme ekonomik durumun velayet değerlendirmesine etkisini yalnızca çocuğun ihtiyaçlarının karşılanması yönünden dikkate alır.
Bir sonraki bölümde velayet davalarında sık yapılan hatalar, uygulamada tarafların stratejik yanlışları ve avukatların dikkat etmesi gereken hususlar kapsamlı şekilde ele alınacaktır.
15. Velayet Davalarında Sık Yapılan Hatalar ve Stratejik Yanlışlar
15.1. Tarafların Sık Yaptığı Hatalar
Velayet davaları, duygusal yoğunluğu yüksek uyuşmazlıklar olduğundan taraflar çoğu zaman hukuki strateji yerine duygusal tepkiyle hareket etmektedir. Bu durum, özellikle velayet talep eden ebeveyn için ciddi hak kayıplarına yol açabilir. Uygulamada en sık karşılaşılan hatalar şunlardır:
- kişisel ilişkiyi engellemek,
- çocuğu diğer ebeveyne karşı yönlendirmek,
- mahkeme sürecinde agresif ve tehditkâr davranmak,
- çocuğu yargılama sürecine dahil etmek,
- çocuğun eğitim ve sağlık süreçlerini aksatmak,
- sosyal medya paylaşımlarında uygunsuz içerik paylaşmak,
- delilleri hukuka aykırı şekilde elde etmek.
Bu davranışların birçoğu, mahkeme tarafından çocuğun üstün yararına aykırı kabul edilmekte ve velayet talebinin reddedilmesine veya mevcut velayetin değiştirilmesine neden olabilmektedir.
Kişisel İlişkiyi Engellemenin Etkisi
Uygulamada en ağır sonuç doğuran hatalardan biri kişisel ilişkiyi sistematik olarak engellemektir. Yargıtay içtihatlarında bu davranış:
- velayet hakkının kötüye kullanılması,
- ebeveyn yabancılaştırması
olarak değerlendirilmekte ve velayetin değiştirilmesi için haklı sebep kabul edilmektedir.
Bu nedenle velayet sahibi ebeveynin kişisel ilişkiyi engellemesi, kendi velayet pozisyonunu ciddi şekilde zayıflatır.
15.2. Avukatların Sık Yaptığı Stratejik Hatalar
Velayet davalarında hukuki temsilci olan avukatların da stratejik hatalar nedeniyle davanın seyrini olumsuz etkilediği görülmektedir. En sık karşılaşılan hatalar şunlardır:
- çocuğun üstün yararı ilkesinin somutlaştırılmaması,
- sosyal inceleme raporuna itiraz edilmemesi,
- yetersiz delil sunulması,
- dijital delillerin hukuka uygunluğu değerlendirilmeden dosyaya sunulması,
- karşı tarafın iddialarının çürütülmemesi,
- uzman raporu talep edilmemesi.
Yargıtay kararlarında özellikle somutlaştırılmamış üstün yarar iddiası ciddi eksiklik olarak değerlendirilmekte ve kararların bozulmasına neden olabilmektedir.
Delil Stratejisinin Yanlış Kurulması
Birçok dosyada taraf vekilleri, ekonomik delillere ağırlık vererek velayeti bu yönde temellendirmeye çalışmaktadır. Ancak ekonomik güç tek başına velayet belirlemede etkili değildir. Mahkeme açısından belirleyici olan:
- fiili bakım ilişkisi,
- çocuğun duygusal güvenliği,
- istikrar ve rutin
unsurlarıdır.
Bu nedenle delil stratejisinin çocuğun yaşam düzeni üzerinden kurulması büyük önem taşır.
15.3. Sosyal Medya Kullanımının Etkileri
Velayet davalarında sosyal medya paylaşımları giderek daha fazla delil olarak kullanılmaktadır. Özellikle:
- alkol ve madde kullanımı içeren paylaşımlar,
- çocuğun güvenliğini tehlikeye sokan görüntüler,
- çocuğun fotoğraflarının uygunsuz şekilde paylaşılması,
- karşı ebeveyni kötüleyen paylaşımlar
mahkeme değerlendirmesinde olumsuz etkiler doğurabilir.
Yargıtay, sosyal medya üzerinden diğer ebeveyni aşağılayan paylaşımları velayet açısından olumsuz kişilik göstergesi olarak kabul etmektedir.
15.4. Çocuğun Duruşmaya Getirilmesi
Uygulamada sık rastlanan bir hata, tarafların çocuğu duruşmaya getirmesi veya hakim karşısına çıkarmaya zorlamasıdır. Bu durum:
- çocuğun psikolojik bütünlüğüne zarar verir,
- mahkeme tarafından olumsuz değerlendirilir,
- velayet talep eden tarafın aleyhine sonuç doğurur.
Çocuğun görüşü yalnızca uzman eşliğinde ve uygun ortamda alınmalıdır.
15.5. Haksız veya Abartılı İddialar
Aile hukukunda en sık görülen stratejik hatalardan biri, karşı tarafı kötü göstermek için gerçek dışı veya abartılmış iddialarda bulunmaktır. Bu tür iddialar:
- ispatlanamadığında tarafın güvenilirliğini zedeler,
- mahkeme nezdinde olumsuz algı oluşturur,
- çocuğun üstün yararı değerlendirmesini olumsuz etkiler.
Velayet davalarında güvenilirlik unsuru son derece önemlidir.
16. Sonuç ve Genel Değerlendirme
Velayet davaları, aile hukukunun en hassas ve kamu düzeniyle en yakından ilişkili alanlarından biridir. Bu süreçte mahkemelerin temel amacı, ebeveynlerin taleplerini veya uyuşmazlıklarını çözmekten ziyade çocuğun üstün yararını somut şekilde belirlemek ve korumaktır. Bu nedenle velayet kararları, klasik çekişmeli yargılamalardan farklı olarak dinamik nitelik taşır ve çocuğun gelişim süreci boyunca değişen koşullara uyum sağlayacak esneklikte düzenlenir.
Mahkemelerin velayet kararlarında dikkate aldığı başlıca unsurlar şunlardır:
- çocuğun fiziksel, duygusal ve psikolojik güvenliği,
- fiilî bakım ilişkisi ve ebeveynin çocuğa ayırdığı zaman,
- istikrar ve düzen unsurunun korunması,
- eğitim ve sağlık süreçlerinin sürekliliği,
- ebeveynlerin kişisel özellikleri ve yaşam koşulları,
- kişisel ilişki düzeninin sağlıklı yürütülmesi,
- çocuğun görüşü ve tercihi.
Bu kriterler ışığında velayet davalarında başarı, yalnızca hukuki argümanlara değil; delillerin etkin sunumu, uzman raporlarının doğru değerlendirilmesi ve çocuğun üstün yararının somutlaştırılmasına bağlıdır. Özellikle kişisel ilişkiyi engelleme, ebeveyn yabancılaştırması ve çocuğun düzenini bozacak davranışlar, mahkemeler tarafından velayet hakkının kötüye kullanılması olarak değerlendirilebilmekte ve velayet değişikliğine yol açabilmektedir.
Velayet kararlarının kesin hüküm niteliği taşımasına rağmen, dinamik yapısı gereği koşulların değişmesi halinde yeniden değerlendirilmesi mümkündür. Bu yönüyle velayet, çocuğun gelişim sürecine paralel olarak mahkemeler tarafından sürekli gözetim altında tutulan bir kurumdur.
Velayet Davası Açmayı Düşünenler İçin Profesyonel Hukuki Perspektif
Velayet davası açmayı düşünen ebeveynlerin, süreci yalnızca bir hak arama mekanizması olarak değil, çocuğun sağlıklı gelişimini güvence altına alma amacıyla değerlendirmesi gerekir. Bu noktada:
- çocuğun mevcut düzeninin korunması,
- kişisel ilişkinin sağlıklı yürütülmesi,
- delillerin planlı şekilde hazırlanması,
- uzman desteğinin gerektiğinde talep edilmesi
son derece önemlidir.
Özellikle velayet talebi, yalnızca ebeveynler arasındaki çatışmalar nedeniyle değil; çocuğun üstün yararını doğrudan ilgilendiren somut gerekçelere dayanmalıdır. Bu yaklaşım hem mahkeme nezdinde güvenilirlik sağlar hem de çocuğun psikolojik bütünlüğünün korunmasına katkıda bulunur.
Kapanış
İstanbul’da velayet, nafaka, kişisel ilişki ve boşanma süreçlerinde hukuki yol haritasının doğru belirlenmesi, hak kayıplarının önlenmesi ve çocuğun üstün yararının korunması bakımından kritik öneme sahiptir. Aile mahkemeleri uygulamaları, Yargıtay içtihatları ve Türk Medeni Kanunu hükümleri çerçevesinde velayet davalarının profesyonelce yürütülmesi, sürecin sağlıklı sonuçlanmasını büyük ölçüde etkiler.
Bu nedenle velayet davası açmayı düşünen veya mevcut velayet düzeninin değiştirilmesini talep eden ebeveynlerin, süreci hukuki bilgiye dayalı olarak değerlendirmesi ve doğru stratejiyle hareket etmesi gerekir. İstanbul’da aile hukuku alanında görülen davalarda mahkemelerin yaklaşımı, özellikle çocuğun düzeninin korunması ve kişisel ilişkinin sağlıklı devam etmesi yönündedir.
Sonuç olarak velayet davaları, yalnızca bir ebeveynin hak arayışı değil, çocuğun geleceğini doğrudan etkileyen çok boyutlu hukuki süreçlerdir. Bu nedenle süreç boyunca çocuğun üstün yararı her aşamada temel belirleyici unsur olmalıdır.
Velayet Davası Hakkında Sık Sorulan Sorular
Velayet davası hangi mahkemede açılır?
Velayet davası, aile mahkemesinde açılır. Aile mahkemesinin bulunmadığı yerlerde görevli mahkeme asliye hukuk mahkemesidir ve aile mahkemesi sıfatıyla yargılama yapar. Dava, çocuğun yerleşim yerindeki aile mahkemesinde görülmesi kural olarak çocuğun üstün yararıyla da uyumludur.
Velayet davasını kim açabilir?
Velayet davasını, velayetin kendisine verilmesini veya mevcut velayet düzeninin değiştirilmesini talep eden anne veya baba açabilir. Bazı istisnai durumlarda, çocuğun korunması için savcılık veya ilgili kurumların başvurusu üzerine de süreç başlayabilmekte; ancak çekişmeli velayet taleplerinde temel taraflar ebeveynlerdir.
Velayet davasında mahkeme neye göre karar verir?
Mahkeme, velayet davasında karar verirken her şeyden önce çocuğun üstün yararını esas alır. Bu kapsamda; çocuğun yaşı, bakım ve gözetim ihtiyacı, fiili bakım ilişkisi, ebeveynlerin kişisel özellikleri, yaşam koşulları, eğitim ve sağlık süreçlerinin devamlılığı, kardeşlerin ayrılmaması ve çocuğun görüşü birlikte değerlendirilir.
Velayet davası ne kadar sürer?
Velayet davasının süresi; mahkemenin iş yüküne, tarafların sayısına, sosyal inceleme ve uzman raporlarının hazırlanma sürelerine, tanık sayısına ve dosyadaki delil yoğunluğuna göre değişir. Uygulamada basit uyuşmazlıklarda daha kısa, yüksek çatışmalı dosyalarda ise daha uzun sürebilmektedir. Sürenin belirlenmesinde her somut olay kendi içinde değerlendirilir.
Velayet kararı kesin midir, değiştirilebilir mi?
Velayet kararı kesin hüküm niteliği taşısa da değiştirilebilir. Çocuğun üstün yararını etkileyen önemli yeni olgular ortaya çıktığında, örneğin çocuğun ağır ihmal veya istismara maruz kalması, kişisel ilişkiyi sistematik biçimde engelleme, bakım koşullarının bozulması gibi durumlarda velayetin değiştirilmesi davası açılabilir ve mahkeme mevcut düzeni yeniden değerlendirir.
Velayet davasında çocuğun görüşü dikkate alınır mı?
Çocuğun yaşı ve olgunluk düzeyi elverdiği ölçüde, velayet davasında görüşü alınır. Çocuğun beyanı, uzman eşliğinde ve taraflardan ayrı bir ortamda değerlendirilir. Çocuğun görüşü tek başına belirleyici olmasa da özellikle 12 yaş ve üzeri çocuklarda mahkeme kararında önemli bir unsur olarak dikkate alınır; ancak her durumda nihai ölçüt çocuğun üstün yararıdır.
İletişim
Velayet davası açmayı değerlendiren, mevcut velayet düzeninde değişiklik talep eden veya aile hukuku kapsamındaki süreçlerde profesyonel hukuki destek almak isteyen kişiler, detaylı bilgi ve değerlendirme için hukuk büromuzla iletişime geçebilirler.
Aile hukuku uyuşmazlıklarında her somut olayın kendi içinde farklı dinamikleri bulunduğundan, hukuki stratejinin belirlenmesi mutlaka kişiye özel değerlendirme gerektirir. Bu kapsamda yapılacak ön inceleme, delil analizi ve hukuki yol haritasının oluşturulması sürecinde profesyonel hukuki destek büyük önem taşır.
Av. İnanç Eker Hukuk Bürosu
Barbaros Mahallesi Mor Menekşe Sokak
Deluxia Suites Sitesi No: 3A Kat:12 Daire:155
Ataşehir / İstanbul
Telefon: 0 (216) 514 74 04
WhatsApp: 0 (532) 245 74 66
E-posta: info@inanceker.av.tr
Google Maps Konumu için tıklayın
Telefonla İletişim | WhatsApp Üzerinden Mesaj Gönder | E-posta Gönder | Konumu Gör
Randevu ile görüşme yapılmaktadır.
İstanbul Anadolu Yakası ve İstanbul geneli aile hukuku, boşanma, velayet, nafaka ve mal paylaşımı süreçlerinde hukuki değerlendirme ve temsil hizmeti talep eden kişiler, profesyonel destek için iletişime geçebilirler.