Boşanma Davasında Nafaka Türleri

İçindekiler
Boşanma Davasında Nafaka Türleri | Avukat İnanç Eker Hukuk Bürosu

Boşanma Davasında Nafaka Türleri

1. Boşanma Davasında Nafaka Kavramı ve Hukuki Dayanağı

Boşanma davası, yalnızca evlilik birliğinin sona erdirilmesi yönünde verilen bir karar değildir. Bu yargılama süreci aynı zamanda taraflar arasında mevcut olan ekonomik dengenin yeniden kurulması, taraflardan birinin yoksulluğa düşmesinin önlenmesi ve varsa müşterek çocukların bakım, eğitim ve gelişim ihtiyaçlarının temini bakımından da bir düzenleme alanıdır. Türk Medeni Kanunu, aile birliğinin sona ermesinden sonra tarafların birbirlerine ve çocuklarına karşı mali yükümlülüklerinin devamını sağlayabilmek amacıyla nafaka kurumunu düzenlemiştir.

Nafaka, genel anlamıyla bir kimsenin, diğer bir kimseye yaşamını sürdürebilmesi için yaptığı sürekli nitelikteki parasal yardımdır. Boşanma hukuku bakımından ise nafaka, tarafların ve çocukların ekonomik güvenliğini koruyan, sosyal adalet ilkesinin bir yansıması niteliğindeki hukuki bir kurumdur. Türk Medeni Kanunu’nda nafaka dört ayrı başlık altında düzenlenmiştir: tedbir nafakası (TMK m.169), yoksulluk nafakası (TMK m.175), iştirak nafakası (TMK m.182) ve yardım nafakası (TMK m.364). Bu ayrım, nafakanın hem dava süreci boyunca hem de boşanma sonrasında farklı hukuki amaçlara hizmet ettiğini ortaya koyar.

Boşanma davası açıldığında hâkim, davanın devamı süresince tarafların ve çocukların barınma, bakım, eğitim ve geçim ihtiyaçlarını temin etmek amacıyla kendiliğinden veya talep üzerine tedbir nafakasına hükmedebilir. TMK m.169 hükmü uyarınca, dava süreci devam ederken eşlerin birbirlerine karşı yükümlülükleri kısmen de olsa devam etmekte olup, ekonomik olarak zayıf durumda bulunan tarafın korunması zorunluluğu vardır. Tedbir nafakası, kusurdan bağımsız olarak hükmedilen geçici bir önlemdir. Hâkim, tarafların sosyal ve ekonomik durumlarını dikkate alarak hakkaniyet ölçüsünde bir miktar belirler. Bu nafaka, dava sonuçlanıncaya kadar geçerliliğini korur ve kararın kesinleşmesiyle birlikte sona erer.

Boşanmanın kesinleşmesiyle birlikte taraflar arasındaki mali denge kalıcı olarak düzenlenir. Bu aşamada yoksulluk nafakası gündeme gelir. TMK m.175 uyarınca, boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek olan taraf, kusuru diğerinden daha ağır olmamak koşuluyla süresiz olarak nafaka talep edebilir. Bu düzenleme, özellikle evlilik süresince ev içi emeğiyle katkıda bulunmuş, ancak gelir elde etmemiş olan eşin, boşanma sonrasında ani bir ekonomik çöküş yaşamaması için getirilmiştir. Yargıtay uygulamalarında, yoksulluk nafakası takdir edilirken yalnızca gelir düzeyi değil, aynı zamanda tarafların eğitim, yaş, sağlık ve çalışma imkanları da değerlendirme ölçütü olarak kabul edilmektedir.

Boşanma kararının bir diğer mali sonucu iştirak nafakasıdır. TMK m.182/2 hükmüne göre, velayet kendisine verilmeyen eş, çocuğun bakım, eğitim ve korunmasına güç oranında katılmak zorundadır. Bu yükümlülük, velayet hakkı olmayan ebeveynin çocuğuna karşı devam eden sorumluluğunun hukuki ifadesidir. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin yerleşik içtihatlarına göre, iştirak nafakasının belirlenmesinde çocuğun yaşı, eğitim düzeyi, sosyal çevresi ve tarafların ekonomik güçleri dikkate alınmalı; nafaka miktarı çocuğun ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde olmalıdır. Çocuğun reşit olması, kendi gelirini elde etmesi veya evlenmesi gibi hallerde iştirak nafakası kendiliğinden sona erer.

Aile bireyleri arasındaki karşılıklı destek yükümlülüğünü düzenleyen yardım nafakası ise boşanma davasından bağımsız olarak uygulanabilir. TMK m.364 hükmü gereğince herkes, yoksulluğa düşen altsoyu, üstsoyu ve kardeşlerine nafaka vermekle yükümlüdür. Uygulamada, bu düzenleme özellikle yaşlı ebeveynlerin çocukları aleyhine veya gelir seviyesi düşük kardeşlerin birbirleri aleyhine açtıkları yardım nafakası davalarında önem kazanmaktadır. Yardım nafakası, sosyal dayanışmanın hukuki bir yansıması olup, Türk aile hukukunun koruyucu karakterinin en tipik örneklerinden biridir.

Nafaka kurumunun dayandığı temel ilke, Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan “sosyal devlet” anlayışıdır. Devlet, zayıf olanı koruma, toplum içindeki ekonomik dengesizlikleri azaltma ve aile bağlarının çözülmesi halinde taraflar arasında asgari bir adalet dengesini sağlama görevini bu düzenlemeler aracılığıyla yerine getirir. Bu nedenle nafaka, salt parasal bir yükümlülük değil; aynı zamanda insan onurunu, sosyal dengeyi ve çocukların üstün yararını koruyan bir hukuki güvencedir.

Sonuç olarak, nafaka kurumu Türk Medeni Kanunu’nun aile hukukuna ilişkin hükümleri arasında sosyal adaletin en belirgin yansımalarından birini oluşturur. Hâkimin nafaka takdirinde dikkate aldığı ölçütler, yalnızca tarafların gelir durumlarıyla sınırlı değildir. Tarafların kusur oranı, yaşları, sağlık durumları, yaşam standartları ve çocukların ihtiyaçları da hükmedilecek nafaka miktarının belirlenmesinde esas alınır. Bu nedenle nafaka taleplerinin hukuka uygun, yeterli delille desteklenmiş ve doğru hukuki nitelendirmeyle ileri sürülmesi büyük önem taşır.

2. Tedbir Nafakası: Boşanma Sürecinde Geçici Koruma Mekanizması

Boşanma davası açılmasıyla birlikte, taraflar arasında evlilik birliğinden doğan birlikte yaşama, dayanışma ve karşılıklı yardımlaşma yükümlülüğü fiilen ortadan kalkmakta; buna karşın tarafların geçim ihtiyaçları bir anda sona ermemektedir. Bu nedenle, Türk Medeni Kanunu’nun 169. maddesi, boşanma veya ayrılık davası açıldığında hâkime, davanın devamı süresince tarafların ve çocukların barınma, geçim ve bakım ihtiyaçlarını karşılamak üzere gerekli geçici tedbirleri alma yetkisini tanımıştır. Bu geçici önlemlerden biri, uygulamada en çok karşılaşılan ve koruyucu nitelik taşıyan tedbir nafakasıdır.

TMK m.169 hükmü açık olup, “Boşanma veya ayrılık davası açılınca hâkim, davanın devamı süresince gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına, geçimine, malların yönetimine ve çocukların bakımına ilişkin önlemleri re’sen alır.” demektedir. Bu hüküm, tedbir nafakasının kanuni dayanağını oluşturur. Tedbir nafakası, boşanma davasının açıldığı andan itibaren hükmedilebilen, geçici mahiyette bir nafakadır. Hâkim, tarafların talebine bağlı olmaksızın re’sen de bu konuda karar verebilir. Zira bu nafakanın amacı, taraflar arasında ekonomik açıdan bir denge sağlamak ve dava sürecinde taraflardan birinin zor durumda kalmasını önlemektir.

Tedbir nafakası, kusurla ilişkili bir nafaka türü değildir. Uygulamada zaman zaman kusurlu eşin lehine nafaka takdir edilip edilemeyeceği tartışılmış olsa da, Yargıtay’ın yerleşik içtihatları uyarınca, tedbir nafakasının amacı cezalandırma değil, geçici korumadır. Bu nedenle kusuru ağır dahi olsa, dava sürecinde fiilen yoksulluğa düşen eş lehine tedbir nafakası kararı verilebilir. Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin birçok kararında, “tedbir nafakası takdirinde kusur oranı dikkate alınmaz; önemli olan, taraflardan birinin geçimini sürdüremeyecek durumda olmasıdır” ilkesi benimsenmiştir.

Tedbir nafakası, dava süreci devam ettiği müddetçe hüküm ifade eder ve boşanma kararının kesinleşmesiyle birlikte kendiliğinden sona erer. Bu noktada yoksulluk veya iştirak nafakası gündeme gelir. Dolayısıyla tedbir nafakası, yalnızca geçici bir güvence sağlayan, ancak sürekli nitelikte olmayan bir mali destektir. Hâkim, karar verirken tarafların sosyal ve ekonomik durumlarını, yaşam standartlarını, gelir ve gider dengesini, varsa çocukların ihtiyaçlarını birlikte değerlendirir. Genellikle sosyal inceleme raporları, taraf beyanları, SGK kayıtları ve gelir belgeleri dikkate alınarak bir nafaka miktarı belirlenir. Uygulamada, taraflardan birinin düzenli gelirinin bulunmaması, çalışma gücünü kaybetmiş olması veya çocukların fiilen onun yanında bulunması, nafakanın miktarını artıran unsurlardır.

Tedbir nafakası, dava devam ederken tarafların ekonomik koşullarında değişiklik meydana gelmesi hâlinde artırılabilir, azaltılabilir veya kaldırılabilir. Bu değişikliğin varlığı hâkime bildirilerek, nafakanın yeniden değerlendirilmesi talep edilebilir. Örneğin, nafaka yükümlüsünün gelirinde ciddi bir azalma olması, işini kaybetmesi veya nafaka alacaklısının başka bir gelir elde etmeye başlaması hâlinde nafakanın indirilmesi yahut kaldırılması gündeme gelir. Aynı şekilde, alacaklı tarafın ekonomik durumu kötüleştiğinde veya enflasyon nedeniyle mevcut nafaka miktarı yetersiz kaldığında artırma talebinde bulunulabilir. Bu tür talepler, asıl dava devam ederken ayrı bir dilekçe ile mahkemeye sunulabilir ve mahkeme, geçici nitelikte ek bir karar verebilir.

Tedbir nafakasına hükmedilebilmesi için belirli koşulların oluşması gerekir. Öncelikle, taraflar arasında boşanma veya ayrılık davasının açılmış olması gerekir. Zira bu nafaka türü, yalnızca yargılamanın devamı süresince geçerlidir. İkinci olarak, nafaka talep eden tarafın geçim gücünden yoksun olması, yani temel ihtiyaçlarını karşılayamayacak bir ekonomik durumda bulunması gerekmektedir. Üçüncü olarak, talep konusu nafakanın miktarının hakkaniyete uygun olması gerekir. Aksi hâlde, orantısız bir yükümlülük doğacak ve bu durum sosyal adalet ilkesine aykırılık teşkil edecektir.

Yargıtay uygulamalarında, tedbir nafakası davalarında hâkimin takdir yetkisi geniş olmakla birlikte, bu takdirin keyfi biçimde kullanılmaması gerektiği vurgulanmaktadır. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 2019/6248 E., 2020/4187 K. sayılı kararında, “Tarafların sosyal ve ekonomik durumları araştırılmadan tedbir nafakası takdir edilmesi usul ve yasaya aykırıdır.” denilmiştir. Bu karar, nafaka miktarının belirlenmesinde maddi delillerin önemini açıkça ortaya koymaktadır.

Tedbir nafakasının uygulanma biçimi de icra hukukuna konu olabilmektedir. Hâkimin hükmettiği tedbir nafakası kararı, ilam niteliğinde olup doğrudan icra edilebilir. Nafaka yükümlüsünün ödemeleri aksatması hâlinde, alacaklı taraf İcra ve İflas Kanunu’nun 344. maddesi uyarınca “nafaka borcunun ödenmemesi” gerekçesiyle şikâyette bulunabilir ve nafaka borçlusu hakkında üç aya kadar tazyik hapsi uygulanabilir. Bu yönüyle tedbir nafakası, geçici olmasına rağmen, icra kabiliyeti ve yaptırım gücü bakımından diğer nafaka türleriyle aynı koruma düzeyine sahiptir.

Sonuç olarak, tedbir nafakası, boşanma sürecinde tarafların ekonomik açıdan korunmasını sağlayan en temel geçici önlemdir. Bu kurum, hem tarafların onuruna uygun bir yaşam sürmesini hem de çocukların dava süresince mağduriyet yaşamamasını temin eder. Tedbir nafakası talebinde bulunurken, tarafların gelir durumlarını belgelemeleri, sosyal inceleme raporunun hazırlanmasını talep etmeleri ve değişen ekonomik koşullara göre gerekli güncellemeleri zamanında mahkemeye bildirmeleri büyük önem taşır. Zira bu hususlar, ileride verilecek yoksulluk veya iştirak nafakası kararlarını da doğrudan etkileyecektir.

3. İştirak Nafakası: Çocuğun Bakım ve Eğitim Giderlerinin Karşılanması

Boşanma kararının kesinleşmesiyle birlikte, eşler arasındaki evlilik birliği sona ermekte; ancak anne ve babalık sıfatı, bu kararın sonucu olarak ortadan kalkmamaktadır. Boşanma sonrasında çocukların korunması, bakımı, eğitimi ve genel ihtiyaçlarının karşılanması, aile hukukunun temel koruma amaçlarından biridir. Türk Medeni Kanunu’nun 182. maddesi bu hususu açıkça düzenlemiş; velayet kendisine verilmeyen ebeveynin çocuğun bakım ve eğitim giderlerine gücü oranında katılmakla yükümlü olduğunu hükme bağlamıştır. Bu yükümlülüğün somut yansıması, iştirak nafakası olarak adlandırılmaktadır.

İştirak nafakası, boşanma kararının kesinleşmesiyle birlikte doğar. Tedbir nafakası gibi geçici değil, süreklilik arz eden bir niteliktedir. Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarına göre iştirak nafakasının amacı, çocuğun boşanma nedeniyle yoksun kalabileceği yaşam standardını korumak, taraflar arasında gelir dengesine uygun şekilde bakım ve eğitim giderlerine katılımı sağlamaktır. Zira boşanma ile birlikte eşler arasında evlilik birliği sona erse de, çocuğun anne ve babasının her ikisine karşı da ekonomik destek alma hakkı devam etmektedir. Bu durum, hem çocuğun üstün yararı ilkesi hem de ebeveynin mali sorumluluğu prensibinin gereğidir.

İştirak nafakasının miktarı, tarafların ekonomik durumları ve çocuğun ihtiyaçları dikkate alınarak hâkim tarafından belirlenir. Hâkim, karar verirken nafaka yükümlüsünün gelir durumunu, yaşam standardını, sosyal çevresini ve ekonomik potansiyelini dikkate alır. Bunun yanında, çocuğun yaşı, sağlık durumu, eğitim seviyesi, okul masrafları ve yaşam koşulları da değerlendirme ölçütüdür. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 2021/2489 E., 2021/5243 K. sayılı kararında, “İştirak nafakası belirlenirken çocuğun yaşı, eğitim düzeyi ve sosyal statüsü gözetilmeli; çocuğun boşanma öncesi yaşam standardının korunması hedeflenmelidir.” denilmiştir. Bu karar, iştirak nafakasının yalnızca bir geçim desteği değil, aynı zamanda çocuğun refahını koruma mekanizması olduğunu ortaya koymaktadır.

Boşanma davalarında iştirak nafakası genellikle velayet hakkı kendisine bırakılan taraf lehine hükmedilir. Ancak bu nafaka çocuğun hakkıdır; anne veya babaya ait bir gelir kaynağı olarak değerlendirilemez. Nafaka alacaklısı, çocuğun yasal temsilcisi sıfatıyla bu parayı çocuğun ihtiyaçları doğrultusunda kullanmakla yükümlüdür. Uygulamada, nafakanın çocuğun eğitim, barınma, sağlık ve sosyal yaşam giderlerine tahsis edilmesi esastır. Bu fonksiyonun amacı, çocuğun bir ebeveynle yaşamaya başlaması sonucu diğer ebeveynin katkı yükümlülüğünü ortadan kaldırmamak, aile bağlarının mali yönünü dengede tutmaktır.

İştirak nafakasının süresi, kural olarak çocuğun ergin olmasına kadar devam eder. Ancak çocuğun eğitimine devam ettiği ve kendi geçimini sağlayamadığı durumlarda, Yargıtay içtihatları gereğince iştirak nafakası erginlikten sonra da devam ettirilebilmektedir. Özellikle yükseköğrenim gören çocuklar bakımından bu uygulama yaygındır. Nitekim Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin 2018/5249 E., 2019/2183 K. sayılı kararında, “Üniversite eğitimi devam eden reşit çocuk lehine, eğitim süresiyle sınırlı olmak üzere iştirak nafakası hükmedilmesi mümkündür.” şeklinde hüküm kurulmuştur.

İştirak nafakasının artırılması, azaltılması veya kaldırılması da mümkündür. Tarafların ekonomik durumlarında veya çocuğun ihtiyaçlarında meydana gelen değişiklikler, nafaka miktarının yeniden belirlenmesini gerektirebilir. Örneğin nafaka yükümlüsünün gelirinde ciddi bir düşüş yaşanması, işsiz kalması, ağır bir hastalığa yakalanması veya nafaka alacaklısı tarafın gelir elde etmeye başlaması gibi durumlar, nafaka miktarının azaltılması için geçerli sebepler olarak kabul edilmektedir. Aksine, nafaka yükümlüsünün gelirinde artış olması ya da çocuğun eğitim giderlerinin yükselmesi durumunda nafakanın artırılması mümkündür. Bu değişiklik talepleri, TMK m.176 hükmü çerçevesinde açılacak ayrı bir dava ile ileri sürülür.

İştirak nafakasının ödenmemesi hâlinde, alacaklı taraf İcra ve İflas Kanunu’nun 344. maddesi uyarınca icra takibi başlatabilir. Nafaka borçlusunun ödemede bulunmaması durumunda, mahkeme kararı ilam niteliğinde olduğundan doğrudan icra edilebilir. Nafaka borcunun kasten ödenmemesi halinde ise, borçlu hakkında üç aya kadar tazyik hapsi uygulanabilir. Ayrıca, birikmiş nafaka alacakları da ilamlı icra takibi yoluyla tahsil edilir. Bu noktada, nafaka borçlarının zamanaşımı süresi on yıldır; her bir ayın nafaka borcu bağımsız alacak niteliği taşır.

Yargıtay’ın son yıllardaki uygulamalarında, iştirak nafakasına ilişkin kararların hakkaniyete uygun belirlenmesi büyük önem taşımaktadır. Zira aşırı düşük veya gerçekçi olmayan nafaka miktarları, hem çocuğun yaşam kalitesini düşürmekte hem de nafaka yükümlüsünü gereğinden fazla zorlamaktadır. Bu nedenle, mahkemelerce yapılan ekonomik durum araştırmaları titizlikle yürütülmeli; tarafların beyanları tek başına yeterli kabul edilmemelidir. Uygulamada, ilgili kurumlardan alınan maaş bordroları, SGK hizmet dökümleri, araç kayıtları ve tapu kayıtları üzerinden yapılan değerlendirmeler belirleyici olmaktadır.

Sonuç olarak iştirak nafakası, Türk aile hukukunda çocuğun korunmasına yönelik en önemli araçlardan biridir. Boşanma ile birlikte sona eren evlilik birliği, anne ve babanın çocuğuna karşı mali yükümlülüklerini ortadan kaldırmaz. Hâkimin görevi, çocuğun ihtiyaçlarını ve tarafların ekonomik gücünü dengeleyerek adaletli bir miktar belirlemektir. İştirak nafakasının doğru takdir edilmesi, çocuğun sosyal yaşamının kesintiye uğramaması ve boşanmanın olumsuz etkilerinin en aza indirilmesi açısından hayati öneme sahiptir.

4. Yoksulluk Nafakası: Boşanma Sonrası Eşler Arasındaki Ekonomik Denge

Boşanma kararının kesinleşmesiyle birlikte evlilik birliği sona erer; ancak taraflar arasındaki ekonomik ilişkinin tamamen ortadan kalktığı söylenemez. Evlilik süresince ekonomik olarak güçlü olan eşin, diğer eşi fiilen desteklediği durumlarda, boşanma sonrası bu desteğin bir anda kesilmesi, zayıf olan tarafın yaşamını sürdürebilmesini güçleştirebilir. Türk Medeni Kanunu’nun 175. maddesi tam da bu noktada devreye girer ve “boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek olan taraf, kusuru diğerinden daha ağır olmamak koşuluyla süresiz olarak nafaka isteyebilir” hükmüyle yoksulluk nafakası müessesesini düzenler.

Yoksulluk nafakası, boşanmanın fer’î sonuçlarından biridir ve evlilik birliğinin sona ermesiyle birlikte ekonomik olarak zayıf duruma düşen eşin korunması amacıyla öngörülmüştür. Bu nafaka türünün amacı, taraflardan birinin evlilik süresince diğerine ekonomik olarak bağımlı yaşaması sebebiyle boşanma sonrası ciddi bir gelir kaybına uğramasının önüne geçmektir. Başka bir ifadeyle, evlilik sırasında kurulan ekonomik denge, boşanma sonrası adalet ilkesi çerçevesinde yeniden kurulmak istenir. Bu yönüyle yoksulluk nafakası, cezalandırma değil, sosyal koruma niteliği taşır.

Yoksulluk nafakasına hükmedilebilmesi için birtakım koşulların birlikte gerçekleşmesi gerekir. Öncelikle, taraflar arasında kesinleşmiş bir boşanma kararı bulunmalıdır. Nafaka talebi, boşanma davası içerisinde ileri sürülebileceği gibi, kararın kesinleşmesinden sonra ayrı bir dava yoluyla da gündeme getirilebilir. İkinci koşul, nafaka talep eden tarafın boşanma sonucunda fiilen yoksulluğa düşecek olmasıdır. Buradaki “yoksulluk” kavramı, lüks yaşam standardının kaybı anlamında değil; barınma, gıda, sağlık ve ulaşım gibi temel ihtiyaçların dahi karşılanamayacak hale gelmesi olarak değerlendirilir. Üçüncü koşul ise, nafaka talep eden tarafın kusurunun diğer eşe göre daha ağır olmamasıdır. Ağır kusurlu taraf lehine yoksulluk nafakasına hükmedilemez.

Hâkim, yoksulluk nafakasına karar verirken tarafların sosyal ve ekonomik durumlarını, yaşam biçimlerini, gelir düzeylerini, eğitim ve sağlık koşullarını birlikte değerlendirir. Taraflardan birinin gelirinin yüksek olması, diğerinin ise çalışmıyor veya düşük gelirli olması hâlinde, bu durum adalet gereği nafaka lehine yorumlanır. Özellikle evlilik süresince ev içi emeğiyle evliliğe katkıda bulunan, ancak gelir elde etmeyen eşin korunması, yoksulluk nafakasının sosyal amacıdır. Bu nedenle hâkim, nafaka takdir ederken yalnızca fiili gelirleri değil, tarafların iş gücü, çalışma potansiyeli ve yaşam alışkanlıklarını da dikkate alır.

Yoksulluk nafakasının miktarı, hakkaniyet ilkesi çerçevesinde belirlenir. Bu belirlemede, nafaka talep edenin ihtiyaçları ile nafaka yükümlüsünün ödeme gücü arasındaki denge gözetilir. Nafaka yükümlüsünün ekonomik durumunun kötüleşmesi, işsiz kalması veya sağlık nedeniyle çalışamaz hale gelmesi hâlinde, nafaka miktarı azaltılabilir. Buna karşılık, nafaka alacaklısının gelirinde artış olması veya yeni bir işte çalışmaya başlaması hâlinde, nafaka kaldırılabilir. Tarafların gelirlerindeki veya yaşam koşullarındaki değişikliklerin nafaka miktarına yansıtılabilmesi için TMK m.176 hükmü gereği ayrı bir dava açılması gerekir. Bu davalarda, artış ya da indirim taleplerinin dayanakları somut delillerle ispatlanmalıdır.

Yoksulluk nafakası, süresiz olarak hükmedilmekle birlikte, bazı durumlarda kendiliğinden sona erer. Nafaka alacaklısının yeniden evlenmesi, fiilen evliymiş gibi bir birliktelik içinde bulunması, taraflardan birinin ölümü veya nafaka alacaklısının yoksulluk halinin ortadan kalkması durumlarında yoksulluk nafakası kendiliğinden sona erer. Hâkimin ayrıca karar vermesine gerek yoktur. Bu hususlar, hem TMK hükümlerinden hem de içtihatlardan açıkça anlaşılmaktadır. Fiilen evliymiş gibi bir yaşam sürülmesi hâlinde, bu durumun ispatı fotoğraf, tanık beyanı, mesaj kayıtları ve sosyal medya paylaşımları gibi delillerle sağlanabilir.

Yoksulluk nafakası, boşanmanın ardından eşitliği sağlamak amacıyla getirilmiş bir koruma mekanizmasıdır. Ancak uygulamada çoğu zaman tartışmalara konu olur; çünkü taraflar arasındaki gelir farkının adalet sınırları içinde değerlendirilip değerlendirilmediği her somut olayda farklılık gösterebilir. Bu nedenle, nafaka miktarının tespiti aşamasında hâkimin takdir yetkisi büyük olmakla birlikte, bu yetkinin ölçülü ve gerekçeli biçimde kullanılması gerekir. Hâkim, kararında hem tarafların sosyal ekonomik durumunu hem de talep edilen nafaka miktarının taraflar açısından yaratacağı sonuçları açıklamakla yükümlüdür.

Sonuç olarak yoksulluk nafakası, boşanma sonrası ekonomik olarak zayıf düşecek olan tarafın korunması amacıyla düzenlenmiş olup, Türk Medeni Kanunu’nun en önemli sosyal adalet araçlarından biridir. Bu kurum, hem insan onurunun korunması hem de toplum içinde ekonomik eşitsizliklerin azaltılması yönünden önem taşır. Yoksulluk nafakasına ilişkin talepler, delillerle desteklenmeli; tarafların mali durumu ayrıntılı şekilde ortaya konulmalıdır. Çünkü yoksulluk nafakası, yalnızca bir para alacağı değil, boşanma sonrası insanca yaşam hakkının güvencesidir.

5. Yardım Nafakası: Aile Bireyleri Arasındaki Karşılıklı Yükümlülük

Yardım nafakası, boşanma davalarıyla doğrudan bağlantılı olmamakla birlikte, Türk aile hukukunun sosyal koruma işlevini en güçlü şekilde yansıtan kurumlardan biridir. Türk Medeni Kanunu’nun 364. maddesi uyarınca, herkes, yoksulluğa düşen altsoyu, üstsoyu ve kardeşlerine nafaka vermekle yükümlüdür. Bu düzenleme, aile bireyleri arasında yalnızca duygusal değil, aynı zamanda hukuki bir dayanışma ilişkisi bulunduğunu ortaya koyar. Dolayısıyla yardım nafakası, kan hısımlığına dayalı bir yükümlülük olup, aile bireylerinin birbirine karşı sosyal sorumluluğunu hukuk düzeni içerisinde somutlaştırır.

Yardım nafakasının amacı, kan bağıyla birbirine bağlı kişilerin, ekonomik açıdan zor durumda olan aile üyelerine asgari geçim desteği sağlamasıdır. Bu kurum, devletin sosyal yardım mekanizmalarına alternatif değil; onları tamamlayan bir yapıya sahiptir. Zira Türk Medeni Kanunu, aile ilişkilerini yalnızca özel hukuk düzleminde değil, sosyal hukuk devleti ilkesinin bir gereği olarak da düzenlemiştir. Bu yönüyle yardım nafakası, Türk hukukunda hem ahlaki hem de hukuki bir yükümlülüğün ifadesidir.

Yardım nafakasına hükmedilebilmesi için üç temel koşulun gerçekleşmesi gerekir. İlk olarak, nafaka talep eden kişi, fiilen yoksulluk durumunda olmalıdır. Yoksulluk, kişinin barınma, beslenme, giyim, ulaşım ve sağlık gibi temel ihtiyaçlarını karşılayamayacak durumda olması anlamına gelir. İkinci olarak, nafaka yükümlüsü olacak kişi, mali gücü elverdiği ölçüde bu yardımı yapabilecek durumda olmalıdır. Yardım nafakası, yükümlüyü yoksulluğa düşürecek boyutta olamaz. Üçüncü olarak, taraflar arasında altsoy, üstsoy veya kardeşlik bağı bulunmalıdır. Bu bağın dışında kalan hısımlar arasında yardım nafakası ilişkisi doğmaz.

Yardım nafakasında yükümlülük sırası da kanunla belirlenmiştir. Öncelikle altsoy, yani çocuklar, anne ve babalarına karşı sorumludur. Eğer altsoy bulunmuyorsa veya yardım edemeyecek durumdaysa, bu kez üstsoy yani anne-baba, büyükbaba ve büyükanne devreye girer. Bu kişiler de yardım edemeyecek durumdaysa, kardeşlerin nafaka yükümlülüğü doğar. Bu sıralama, kanunun 365. maddesinde açıkça ifade edilmiştir. Böylece yardım nafakası, aile bağlarının hiyerarşik yapısına uygun bir şekilde düzenlenmiştir.

Uygulamada yardım nafakası davaları, çoğunlukla yaşlı anne-babaların, çocukları tarafından desteklenmemesi üzerine açılmaktadır. Bunun yanında, işsiz kalan veya hastalık nedeniyle gelir elde edemeyen kardeşlerin birbirlerine karşı açtığı yardım nafakası davaları da görülmektedir. Bu tür davalarda mahkeme, tarafların sosyal ve ekonomik durumlarını titizlikle araştırır; nafaka miktarını belirlerken hem yoksulluğa düşen tarafın ihtiyaçlarını hem de yükümlünün ödeme gücünü dikkate alır. Mahkeme, tarafların beyanlarını yeterli görmez; gelir durumunu belirlemek için SGK kayıtlarını, tapu ve araç kayıtlarını da araştırır.

Yardım nafakasının miktarı, tarafların ekonomik durumlarına göre belirlenir ve hakkaniyet ilkesi gözetilerek takdir edilir. Burada önemli olan, yoksul durumdaki kişinin asgari yaşam şartlarını temin edebilmesidir. Bu nedenle nafaka miktarı, lüks veya konforu değil, temel geçimi hedefler. Hâkim, tarafların gelir durumları değiştikçe, nafakanın artırılmasına veya azaltılmasına karar verebilir. Yardım nafakası da diğer nafaka türleri gibi kişisel bir haktır; başkasına devredilemez, mirasçılara geçmez.

Yardım nafakası davalarında yetkili mahkeme, nafaka alacaklısının yerleşim yeri mahkemesidir. Bu davalar, niteliği itibarıyla aile mahkemelerinde görülür. Nafaka talebi, genellikle yazılı dilekçeyle açılır ve talep eden taraf, ekonomik durumunu belgeleyen evraklarla yoksulluk durumunu ispatlamak zorundadır. Hâkim, dava süresince geçici olarak tedbir nafakası da hükmedebilir. Kararın kesinleşmesiyle birlikte nafaka ödemeleri, ilamlı icra yoluyla tahsil edilebilir.

Yardım nafakasının diğer nafaka türlerinden en önemli farkı, boşanma veya evlilik birliğiyle doğrudan bağlantılı olmamasıdır. Bu nafaka türü, aile bağlarının doğal sonucu olarak doğar ve evlilikten bağımsız bir şekilde uygulanabilir. Ancak boşanma sonucu yoksulluğa düşen tarafın, kendi anne-babası veya kardeşlerinden yardım nafakası talep etmesi de mümkündür. Bu durum, TMK’nın sistematiği içerisinde, sosyal dayanışmanın aile içinden başlaması gerektiği ilkesine dayanır.

Sonuç olarak yardım nafakası, Türk Medeni Kanunu’nun aile hukukuna getirdiği sosyal koruma mekanizmalarının en önemli tamamlayıcısıdır. Kanun koyucu, aile bireylerinin birbirine karşı ekonomik dayanışma yükümlülüğünü yalnızca ahlaki değil, hukuki bir zorunluluk haline getirmiştir. Bu düzenleme, hem toplum içi adaletin hem de sosyal devlet ilkesinin gereğidir. Aile bağlarının zayıfladığı modern yaşam koşullarında, yardım nafakası kurumunun etkin uygulanması, hem birey hem de toplum düzeyinde sosyal güvenliğin sürdürülebilmesi açısından büyük önem taşır.

6. Nafaka Miktarının Belirlenmesinde Hâkimin Takdir Yetkisi ve Kriterler

Nafaka davalarında en çok tartışma konusu olan hususlardan biri, nafaka miktarının belirlenmesinde hâkimin hangi ölçütleri dikkate aldığı ve bu takdir yetkisinin sınırlarının ne olduğudur. Türk Medeni Kanunu, nafaka miktarına ilişkin kesin bir rakam öngörmemiş, bunun yerine hâkime, somut olayın özelliklerine göre hakkaniyete uygun bir değerlendirme yapma yetkisi tanımıştır. Bu yetki, keyfi bir değerlendirme anlamına gelmez; aksine, tarafların sosyal ve ekonomik durumlarının objektif biçimde tespit edilmesini gerektirir. Hâkim, nafaka kararını verirken, adaletin somut olayda gerçekleşebilmesi için geniş bir değerlendirme çerçevesi içinde hareket eder.

Nafaka miktarının tespiti, her şeyden önce tarafların gelir durumu ve yaşam standartları dikkate alınarak yapılır. Nafaka yükümlüsünün düzenli bir gelire sahip olup olmaması, çalıştığı sektör, mesleki yeterliliği ve ekonomik potansiyeli göz önünde bulundurulur. Aynı şekilde, nafaka alacaklısının çalışma durumu, eğitim düzeyi, yaşı, sağlık koşulları ve varsa çocukların bakımı için harcadığı emek de değerlendirilir. Bu noktada hâkim, yalnızca fiilen elde edilen geliri değil, tarafların gelir elde etme kapasitesini de gözetir. Örneğin, düzenli bir işte çalışmamakla birlikte fiilen gelir elde ettiği tespit edilen bir kişi, bu durumu gizlemiş olsa bile, mahkeme tarafından tespit edilirse gelir sahibi kabul edilir.

Hâkim, nafaka miktarını belirlerken, tarafların ekonomik gücüyle orantılı bir yükümlülük yaratmak zorundadır. Nafaka yükümlüsünün ödeme gücünü aşan bir miktara hükmedilmesi, hem sosyal adalet ilkesine hem de hukuki dengeye aykırıdır. Aynı şekilde, nafaka alacaklısının geçim ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak bir miktar belirlenmesi de hakkaniyete uygun düşmez. Bu nedenle, hâkim tarafından verilen nafaka kararları, gelir tespitine dayalı olmalı ve gerekçesinde açık şekilde değerlendirme ölçütleri belirtilmelidir. Uygulamada, tarafların gelir beyanlarının gerçeği yansıtmadığı durumlarda, mahkemelerce SGK kayıtları, vergi dairesi dökümleri, araç ve taşınmaz kayıtları gibi objektif deliller üzerinden ekonomik durum araştırması yapılmaktadır.

Nafaka miktarının belirlenmesinde dikkate alınan bir diğer önemli unsur, enflasyon ve yaşam koşullarındaki değişimdir. Türk ekonomisinde enflasyon oranlarının zaman içinde artması, sabit miktarda hükmedilen nafakaların kısa sürede yetersiz hale gelmesine neden olabilmektedir. Bu nedenle hâkim, karar verirken nafaka miktarını belirli periyotlarla TÜİK’in açıklayacağı ÜFE veya TÜFE oranlarına göre artırılabilir şekilde hükmedebilir. Böylece, nafaka miktarının ekonomik koşullar karşısında değer kaybı yaşamasının önüne geçilmiş olur. Bu uygulama, hem yoksulluk hem de iştirak nafakası bakımından yaygın olarak benimsenmiştir.

Nafaka miktarının tespitinde tarafların kusur durumu doğrudan belirleyici değildir. Ancak yoksulluk nafakası söz konusu olduğunda, kusuru daha ağır olan taraf lehine nafaka hükmedilmez. Buna karşılık, iştirak veya tedbir nafakası gibi nafaka türlerinde, kusur unsuru dikkate alınmaz; burada asıl amaç, geçici koruma veya çocuğun menfaatinin sağlanmasıdır. Bu ayrım, Türk Medeni Kanunu’nun sistematiği içinde açıkça yerleşmiştir. Dolayısıyla, hâkim her nafaka türü bakımından farklı değerlendirme esaslarını uygulamakla yükümlüdür.

Tarafların sosyal statüsü ve evlilik süresince sürdürdükleri yaşam standardı da hâkimin değerlendirmesinde önemli bir yer tutar. Evlilik boyunca belirli bir gelir düzeyinde yaşamış, toplumsal konumu itibarıyla belli bir standardı korumuş eşlerin, boşanma sonrasında bu standardın altında bir yaşama zorlanmaması, hakkaniyetin gereğidir. Ancak bu durum, nafaka yükümlüsüne ekonomik olarak aşırı bir külfet getirecek biçimde genişletilemez. Hâkim, her somut olayda dengeyi gözetmek zorundadır.

Nafaka miktarının belirlenmesinde hâkimin takdir yetkisi, aynı zamanda tarafların beyanlarının doğruluğunun sınanması görevini de içerir. Taraflardan birinin gelirini gizlemesi, kayıt dışı çalışması veya malvarlığını devretmesi gibi durumlarda hâkim, bu davranışları nafaka yükümlülüğünden kaçınma amacı taşıdığı gerekçesiyle değerlendirir ve gerektiğinde mal kaçırma teşebbüslerini dikkate alarak kararını oluşturur. Bu durumlarda hâkim, tarafların davranışlarını dürüstlük kuralı çerçevesinde yorumlar ve nafaka miktarını buna göre düzenler.

Son olarak, nafaka kararlarının gerekçelendirilmesi, yargısal denetim açısından büyük önem taşır. Hâkim, hükmettiği nafaka miktarını soyut ifadelerle değil, somut verilerle açıklamak zorundadır. Gerekçesiz veya yetersiz açıklamalara dayalı nafaka kararları, üst mahkemelerce bozulma nedenidir. Bu nedenle nafaka miktarına ilişkin kararlar, tarafların ekonomik durumlarını, yaşam standartlarını, sosyal statülerini ve yargılama sürecinde sunulan delilleri ayrıntılı biçimde yansıtmalıdır. Hakkaniyet ölçüsünde belirlenmiş, dayanağı açık şekilde ortaya konmuş bir nafaka kararı, hem taraflar açısından adalet duygusunu güçlendirir hem de kararın icrasında ihtilaf çıkmasını önler.

Sonuç olarak hâkimin takdir yetkisi, Türk Medeni Kanunu’nun nafaka hükümleri bakımından en önemli güvence mekanizmasıdır. Bu yetki, adaletin soyut bir kavram olmaktan çıkarılıp somut olayın gereklerine göre uygulanabilmesini sağlar. Hâkimin görevi, tarafların ekonomik dengelerini hakkaniyet ölçüsünde yeniden kurmak, zayıf olan tarafın yaşamını sürdürebilmesi için adil bir mali destek kararı oluşturmaktır. Nafaka miktarının doğru ve objektif kriterlerle belirlenmesi, hem boşanma sonrası toplumsal denge hem de hukuk güvenliği açısından büyük önem taşır.

7. Nafaka Artırımı, İndirimi ve Kaldırılması Davaları

Nafaka, tarafların ekonomik ve sosyal yaşam koşullarına göre belirlenmiş olsa da, bu koşullar zaman içinde değişebilir. Bu değişiklikler, nafaka miktarının güncel ekonomik gerçeklerle uyumsuz hale gelmesine neden olur. Türk Medeni Kanunu’nun 176. maddesi nafaka kararlarının değiştirilebilmesine olanak tanımış; böylelikle nafaka miktarının adaletsiz hale gelmesini önlemiştir. Bu maddeye göre, tarafların mali durumlarında önemli değişiklik meydana geldiğinde veya hakkaniyetin gerektirdiği hallerde, nafaka artırılabilir, azaltılabilir ya da tamamen kaldırılabilir. Bu düzenleme, nafaka kurumunun durağan değil, dinamik bir yapıya sahip olduğunu ortaya koyar.

Nafaka artırımı davaları, özellikle enflasyonun yüksek seyrettiği dönemlerde en sık başvurulan dava türlerinden biridir. Zira hükmedilen nafaka miktarları, ekonomik koşulların değişmesiyle kısa sürede yetersiz hale gelebilir. Bu durumda nafaka alacaklısı, nafakanın artırılması talebiyle mahkemeye başvurabilir. Mahkeme, bu tür taleplerde TÜİK tarafından açıklanan ÜFE veya TÜFE oranlarını dikkate alır ve nafakanın başlangıç tarihinden itibaren geçen süreye göre, hakkaniyete uygun bir artış oranı belirler. Uygulamada, nafaka artırımı davalarında hâkim, yalnızca enflasyon oranlarını değil, tarafların gelirindeki fiili artışları da dikkate alır. Örneğin, nafaka yükümlüsünün düzenli maaş artışları, yeni bir işte yüksek gelir elde etmesi veya kira, faiz gibi ek gelir kaynaklarına sahip olması hâlinde, nafakanın artırılması yönünde karar verilebilir.

Buna karşılık, nafaka yükümlüsünün ekonomik koşullarında olumsuz yönde değişiklik meydana geldiğinde, nafaka indirimi davası gündeme gelir. Örneğin nafaka yükümlüsünün işsiz kalması, gelirinin önemli ölçüde azalması, emekli olması veya ağır bir sağlık sorunuyla karşılaşması, indirim talebinin haklı nedenleri arasında yer alır. Ancak bu tür taleplerin kabul edilebilmesi için, yükümlünün gelir durumundaki değişikliğin geçici değil, kalıcı nitelikte olması gerekir. Hâkim, tarafların beyanlarını yeterli görmez; delil olarak maaş bordrosu, SGK hizmet dökümü, vergi kaydı, banka hareketleri gibi belgeleri inceler. Nafaka indirimi taleplerinde, iyi niyet ilkesi büyük önem taşır; zira yükümlünün sırf ödemeden kaçınmak amacıyla malvarlığını devretmesi veya gelirini gizlemesi hâlinde mahkeme bu beyanları dikkate almaz.

Nafakanın tamamen kaldırılması ise ancak kanunda öngörülen özel hâllerin varlığıyla mümkündür. Bu hâller; nafaka alacaklısının yeniden evlenmesi, fiilen evliymiş gibi birlikte yaşaması, taraflardan birinin ölümü veya nafaka alacaklısının yoksulluk halinin ortadan kalkmasıdır. Bu koşulların gerçekleşmesi hâlinde nafaka kendiliğinden sona erer; ayrıca mahkeme kararına gerek kalmaksızın icra edilemez hale gelir. Ancak uygulamada, nafaka yükümlüsünün mağduriyet yaşamaması için çoğu zaman mahkemeden “nafakanın kaldırılması” yönünde tespit kararı alınır. Bu tür davalarda, nafaka alacaklısının fiilen evliymiş gibi yaşadığı iddia ediliyorsa, bu durumun somut delillerle ispat edilmesi gerekir. Tanık beyanları, sosyal medya paylaşımları, fotoğraflar veya ortak yaşamın kanıtı olan faturalar bu kapsamda değerlendirilebilir.

Nafaka artırımı, indirimi ve kaldırılması davalarında yetkili mahkeme, nafaka alacaklısının yerleşim yeri mahkemesidir. Görevli mahkeme ise aile mahkemesidir. Bu davalar, nafakanın ilk hükmedildiği mahkeme dışında da açılabilir. Ancak daha önce hükmedilen nafaka kararının dosya kapsamı ve delilleri, yeni davada hâkim tarafından incelenir; önceki kararın dayanakları ile yeni ekonomik koşullar birlikte değerlendirilir. Bu davalarda dava dilekçesinde mutlaka değişikliğin niteliği, dayanak deliller ve talep edilen yeni nafaka miktarı açıkça belirtilmelidir.

Mahkeme, nafaka artırım taleplerinde tarafların ekonomik durumlarını yeniden araştırır. Bu kapsamda sosyal ve ekonomik durum araştırma raporu (SED raporu) düzenletilir, tarafların gelir belgeleri istenir ve gerektiğinde bilirkişi incelemesi yapılır. Hâkim, yalnızca enflasyon oranına bağlı artış yapmakla yetinmez; tarafların gerçek gelir düzeylerini tespit etmeye çalışır. Örneğin nafaka yükümlüsü, daha önce asgari ücretle çalışırken artık yüksek gelirli bir işe geçmişse, bu durum nafaka miktarına doğrudan etki eder. Aynı şekilde, nafaka alacaklısı tarafın çalışmaya başlaması veya miras, kira, yatırım geliri gibi yeni kaynaklara sahip olması durumunda nafaka miktarı azaltılabilir veya tamamen kaldırılabilir.

Nafaka miktarına ilişkin değişiklik taleplerinin kötüye kullanımı da uygulamada karşılaşılan önemli bir sorundur. Bazı durumlarda taraflar, kısa aralıklarla sürekli artırım veya indirim taleplerinde bulunarak yargı sistemini meşgul edebilmektedir. Bu gibi durumlarda hâkim, taleplerin haklı ve makul sürelerde yapılıp yapılmadığını değerlendirir. Haksız taleplerin reddedilmesi, yargısal istikrarın korunması açısından önem taşır. Ayrıca, taraflardan biri nafaka yükümlülüğünü kasıtlı olarak aksatıyor veya ödememeye devam ediyorsa, bu durum İcra ve İflas Kanunu’nun 344. maddesi uyarınca tazyik hapsiyle sonuçlanabilir.

Sonuç itibarıyla, nafaka artırım, indirimi ve kaldırılması davaları, boşanmanın mali sonuçlarının güncel ekonomik gerçeklerle uyumlu kalabilmesi için zorunlu hukuki araçlardır. Bu davaların amacı, taraflar arasında kalıcı bir mali denge kurmak, değişen koşullara göre adaleti yeniden tesis etmektir. Hâkim, bu davalarda geniş bir takdir yetkisine sahip olmakla birlikte, kararlarını somut verilerle desteklemek zorundadır. Böylece nafaka kurumu, amacına uygun biçimde toplumsal adaletin bir aracı olarak işlevini sürdürür.

8. Nafaka Alacaklarının Tahsili ve İcra Takibi Süreci

Nafaka kararlarının en önemli yönlerinden biri, hükmedilen miktarın düzenli şekilde ödenmesi ve nafaka alacaklısının bu haktan fiilen yararlanabilmesidir. Ancak uygulamada nafaka borçlularının ödeme yükümlülüklerini yerine getirmemesi sık rastlanan bir durumdur. Bu nedenle Türk hukuk sisteminde nafaka alacaklarının tahsili için özel koruma mekanizmaları öngörülmüştür. Nafaka kararları, niteliği gereği “ilam” hükmündedir ve doğrudan ilamlı icra yoluyla takibe konu edilebilir. İcra ve İflas Kanunu’nun 344. maddesi bu konuda özel bir düzenleme getirerek, nafaka borçlularının yükümlülüklerini yerine getirmemeleri halinde özgürlüğü bağlayıcı yaptırımların uygulanabileceğini öngörmüştür.

Nafaka alacaklarının tahsili, kural olarak ilamlı icra takibi yoluyla gerçekleştirilir. Nafaka alacaklısı, aile mahkemesince verilmiş nafaka kararını veya kesinleşmiş ilamı icra dairesine sunarak takip başlatabilir. Bu takipte, mahkeme kararında belirtilen nafaka miktarına ek olarak birikmiş (gecikmiş) nafaka alacakları da talep edilebilir. Hâkim tarafından hükmedilen nafaka miktarı her ay ödenmesi gereken düzenli bir alacak niteliğinde olduğundan, her ayın ödenmeyen nafakası ayrı bir icra alacağı olarak doğar. Nafaka borçlusu ödeme emrinin tebliğinden itibaren yedi gün içinde itiraz edemez; zira nafaka ilamlı bir alacaktır. Bu durum, nafaka alacaklarının tahsilinde alacaklı lehine önemli bir güvence sağlar.

İcra takibi başlatıldıktan sonra borçlunun nafaka borcunu ödememesi halinde, alacaklı taraf tazyik hapsi talebinde bulunabilir. İcra ve İflas Kanunu’nun 344. maddesi uyarınca, “mahkemece hükmolunan nafakayı ödemeyen borçlu, alacaklının şikayeti üzerine üç aya kadar tazyik hapsi ile cezalandırılır.” Bu yaptırım, nafaka borçlusunun ödemeye zorlanması amacı taşır ve hapsin infaz edilmesi borcu ortadan kaldırmaz. Ancak nafaka borçlusu, hapis cezası infaz edilmeden önce borcunu öderse, ceza düşer. Tazyik hapsi, kamu düzenine ilişkin bir yaptırım olduğundan, hâkim tarafından re’sen değil, alacaklının şikayeti üzerine uygulanabilir.

Nafaka alacaklarının tahsilinde zamanaşımı da önemli bir konudur. Her bir aylık nafaka ödemesi bağımsız bir alacak niteliği taşıdığından, her ay için ayrı zamanaşımı süresi işler. Türk Borçlar Kanunu hükümlerine göre, nafaka alacakları on yıllık zamanaşımına tabidir. Ancak uygulamada, birikmiş nafaka alacaklarının uzun süre tahsil edilmemesi, faiz ve icra masraflarının birikmesine neden olmaktadır. Bu nedenle nafaka alacaklılarının, ödemelerin aksadığı her ayda düzenli olarak icra takibi başlatmaları önerilir.

Nafaka borcunun ödenmemesi halinde, icra dairesi borçlunun maaşına, banka hesaplarına veya taşınır-taşınmaz mallarına haciz uygulayabilir. Nafaka alacakları, kamu düzenine ilişkin bir nitelik taşıdığı için diğer alacaklara nazaran öncelikli alacaklardır. Bu nedenle nafaka borcuna ilişkin haciz işlemleri, borçlunun maaşının dörtte birinden fazlasını da kapsayabilir. Özellikle iştirak nafakası gibi çocuk yararına hükmedilen nafakalarda, haciz oranının belirlenmesinde çocuğun üstün yararı dikkate alınır. Borçlunun kamu görevlisi veya emekli olması durumunda da nafaka kesintisi doğrudan maaşından yapılabilir. İcra dairesi, ilgili kurumlara yazı yazarak düzenli kesintinin sağlanmasını temin eder.

Birikmiş nafaka alacaklarının tahsilinde faiz uygulaması da gündeme gelir. Mahkeme kararında aksine bir hüküm bulunmadıkça, ödenmeyen her bir nafaka taksiti için temerrüt faizi işletilir. Bu faiz, nafaka alacaklısının zarara uğramasını engellemek amacı taşır. Nafaka borçlusu, borcunu belirli aralıklarla geciktiriyorsa, alacaklı taraf hem tazyik hapsi hem de faiz talebinde bulunabilir. Ancak bu iki yaptırımın aynı anda uygulanması, hukuk sisteminin cezalandırıcı değil, telafi edici yönüyle sınırlıdır. Hâkim, talepleri değerlendirirken, borçlunun kötü niyetli olup olmadığını ve ödeme gücünü dikkate alır.

Nafaka borçlusunun yurt dışına çıkması, iş değiştirmesi veya adresini gizlemesi hâlinde alacaklı taraf, mahkemeden adres tespiti ve malvarlığı araştırması talep edebilir. İcra dairesi, bu talepler doğrultusunda MERNİS, SGK, tapu, araç ve banka kayıtları üzerinden araştırma yapar. Bu araştırma sonuçları, nafakanın tahsil edilebilmesi için doğrudan icra dosyasına yansıtılır. Nafaka borçlusunun malvarlığı tespit edildiğinde, icra dairesi haciz işlemini re’sen gerçekleştirir.

Uygulamada, nafaka borçlarının tahsilinde en çok sorun yaşanan konulardan biri, nafaka borçlusunun gelirini gizlemesi veya malvarlığını başkaları üzerine devretmesidir. Bu tür durumlarda, nafaka alacaklısı tasarrufun iptali davası açarak bu devir işlemlerinin geçersiz sayılmasını isteyebilir. Bu dava, İcra ve İflas Kanunu’nun 277 ve devamı maddeleri çerçevesinde yürütülür. Böylece, borçlunun kötü niyetli işlemleri nafaka alacağının tahsilini engelleyemez.

Sonuç olarak nafaka alacaklarının tahsili süreci, hukuk sisteminde özel bir korumaya tabi tutulmuştur. Nafaka borcu, toplumsal adaletin ve sosyal devlet anlayışının bir uzantısı olarak, yalnızca özel hukuk ilişkisi değil, aynı zamanda kamu düzenine ilişkin bir yükümlülük olarak değerlendirilir. Bu nedenle, nafaka borçlularının ödememe yönündeki tutumları ciddi yaptırımlara bağlanmıştır. Nafaka alacaklısı, hakkını etkin biçimde kullanabilmek için hem ilamlı icra yoluna başvurmalı hem de borçlunun malvarlığını tespit ettirerek gerektiğinde cezai yaptırımları talep etmelidir. Zira nafaka, yalnızca bir borç değil, kanunun koruması altındaki bir yaşam hakkıdır.

Sonuç ve Değerlendirme

Nafaka kurumu, Türk aile hukukunun hem sosyal hem de hukuki yönünü temsil eden en önemli yapılardan biridir. Boşanma yalnızca evlilik birliğini sona erdiren bir karar değil, tarafların mali, sosyal ve psikolojik hayatında köklü etkiler yaratan bir süreçtir. Bu süreçte ekonomik olarak zayıf durumda bulunan eşin ve çocukların korunması, yalnızca bireysel menfaatlerin değil, toplumun sosyal dengesinin de bir gereğidir. Türk Medeni Kanunu’nda düzenlenen tedbir, iştirak, yoksulluk ve yardım nafakaları, bu amaca hizmet eden dört temel koruma aracıdır.

Nafaka kurumunun amacı, taraflardan birinin diğeri karşısında ekonomik açıdan mağduriyet yaşamasını önlemektir. Hâkim, her somut olayda tarafların sosyal statüsünü, gelir durumunu, yaşam alışkanlıklarını, eğitim seviyelerini ve sağlık koşullarını birlikte değerlendirerek, hakkaniyete uygun bir nafaka kararı oluşturur. Bu nedenle nafaka, soyut bir miktar belirleme işlemi değil; adaletin somut olayda dengeli bir biçimde uygulanmasını sağlayan bir yargısal araçtır.

Boşanma sonrasında özellikle yoksulluk nafakası, toplumda en çok tartışılan konulardan biri olmakla birlikte, doğru uygulandığında aile hukukunun koruyucu karakterini en güçlü şekilde ortaya koyar. Zira yoksulluk nafakası, bir eşin diğerine karşı cezalandırıcı değil, destekleyici bir sorumluluğunu temsil eder. Aynı şekilde iştirak nafakası da, ebeveynlerin çocuklarına karşı devam eden hukuki sorumluluğunun bir yansımasıdır. Bu bağlamda nafaka, yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda etik bir yükümlülük olarak da değerlendirilmelidir.

Nafaka kararlarının uygulanabilirliği, tıpkı hükmün varlığı kadar önemlidir. Bu nedenle Türk hukuk sistemi, nafaka alacaklarının tahsilinde özel koruma mekanizmaları öngörmüştür. Nafaka borcunun ödenmemesi halinde ilamlı icra takibi yapılabilmesi, borçlunun tazyik hapsiyle cezalandırılabilmesi ve nafaka alacaklarının hacizlerde öncelikli alacak olarak değerlendirilmesi, bu koruma sisteminin birer parçasıdır. Böylece nafaka alacaklısı, yalnızca kağıt üzerinde değil, fiilen de hakkına kavuşma imkânına sahiptir.

Hukuki açıdan bakıldığında, nafaka taleplerinin doğru şekilde hazırlanması, delillerin eksiksiz sunulması ve ekonomik verilerin somut belgelerle desteklenmesi, davanın sonucunu doğrudan etkiler. Özellikle nafaka miktarının belirlenmesinde veya sonradan artırılması ya da kaldırılmasında, usul ve ispat kurallarına uygun hareket edilmesi gerekmektedir. Tarafların ekonomik durumu değiştikçe, nafaka kararlarının da buna uygun biçimde güncellenmesi adaletin bir gereğidir.

Sonuç itibarıyla nafaka, boşanma hukukunun yalnızca teknik bir unsuru değil; sosyal devlet ilkesinin en görünür uygulamalarından biridir. Hâkim, her somut olayda nafaka kurumunu yalnızca kanun metniyle sınırlı olarak değil, adalet ve hakkaniyet ilkeleri çerçevesinde yorumlamakla yükümlüdür. Bu yaklaşım, hem aile kurumunun zayıf taraflarının korunmasını sağlar hem de hukuk sistemine duyulan güveni güçlendirir. Dolayısıyla, nafaka taleplerinin ve savunmalarının, hukuki bilgi ve tecrübe gerektiren bir alan olduğu unutulmamalıdır. Bu tür davalarda profesyonel hukuki destek alınması, hak kayıplarının önlenmesi bakımından büyük önem taşır.


İletişim

Avukat İnanç Eker Hukuk Bürosu

Adres: Barbaros Mahallesi Mor Menekşe Sokak Deluxia Suites Sitesi No: 3A Kat:12 Daire:155 Ataşehir / İSTANBUL

E-posta: info@inanceker.av.tr

Telefon: 0216 514 74 04

WhatsApp: 0532 245 74 66

Google Maps: Konumu Görüntüle

Web Sitesi: inanceker.av.tr

Merhaba. Telefon Yardım Hattımıza Hoşgeldiniz. Nasıl yardımcı olabiliriz?
Merhaba. Bize haritadan kolayca ulaşabilirsiniz.