Mal Paylaşımı Davası

İçindekiler

Mal Paylaşımı Davası

Boşanma kararının kesinleşmesiyle birlikte mal rejimi hükümleri sona erer ve taraflar arasındaki malvarlığı ilişkilerinin tasfiyesi gündeme gelir. Türk Medeni Kanunu’nda mal rejiminin yasal dayanağı TMK m. 202’de şu şekilde ifade edilmiştir: “Eşler arasında edinilmiş mallara katılma rejimi, başka bir mal rejimi seçilmediği sürece, kanunen geçerlidir.” Bu hüküm, evliliklerde kural olarak edinilmiş mallara katılma rejiminin uygulanacağını ve tasfiyenin bu rejime göre yapılacağını ortaya koyar. Dolayısıyla farklı bir mal rejimi sözleşmesi yapılmamışsa, boşanma sonrası mal paylaşımına ilişkin değerlendirmeler bu sistem çerçevesinde yürütülür. Malvarlığı unsurlarının tasfiyeye dahil edilip edilmeyeceği noktasında TMK m. 219 önem taşır: “Edinilmiş mallar, eşlerin edinilmiş gelirleriyle edindikleri malvarlığı değerlerini kapsar.” Bu düzenleme, evlilik süresince elde edilen gelirlerin ve bu gelirlerle edinilen varlıkların tasfiye kapsamında değerlendirileceğini göstermektedir. Buna karşılık kişisel mallar TMK m. 220’de tanımlanmış olup miras yoluyla kazanılan değerler, bağışlanan mallar ve kişisel kullanım eşyaları bu kapsamda yer alır. Mal rejiminin sona erme tarihi bakımından TMK m. 225/1 açık bir belirleme içerir: “Boşanma hâlinde, mal rejimi boşanma davasının açıldığı tarihte sona ermiş sayılır.” Bu tarih, tasfiyeye esas alınacak malvarlığının tespitinde belirleyici olduğundan, değerlendirmelerin doğru yapılması açısından önemlidir. Evlilik öncesinde edinilen bir malvarlığının evlilik süresince yapılan katkılarla değer kazanması hâlinde TMK m. 227 kapsamında “değer artış payı” talebi gündeme gelebilir: “Bir eşin diğer eşe ait malın edinilmesine, iyileştirilmesine veya korunmasına katkıda bulunması hâlinde, uygun bir karşılık isteyebilir.” Bu hüküm, tasfiye sırasında katkıların göz ardı edilmemesi gerektiğini ortaya koyar. Mal paylaşımı süreci, yalnızca fiziki malların paylaşımını değil; gelirlerin, yatırım araçlarının, şirket paylarının ve tasarrufların ekonomik değerinin belirlenmesini de içerir. Bu nedenle tasfiye aşamasında doğru hukuki çerçevenin ortaya konulması, ileride hak kayıplarının önlenmesi açısından önem taşımaktadır.

Aile hukuku kapsamındaki diğer boşanma, mal paylaşımı ve mal rejimi tasfiyesi yazılarına aile hukuku sayfamız üzerinden ulaşılması mümkündür.

1. Mal Paylaşımı Davasının Kapsamı

Mal paylaşımı davasının kapsamının doğru belirlenmesi, tasfiye sürecinin sağlıklı yürütülmesi açısından temel aşamadır. Bu kapsam belirlemesi yapılmadan gerçekleştirilen değerlendirmelerde, tasfiyeye dahil edilmesi gereken malvarlığı unsurlarının dışarıda kalması veya kişisel mal niteliğindeki değerlerin tasfiyeye dahil edilmesi gibi hatalar ortaya çıkabilmektedir. Bu nedenle tasfiye konusu malvarlığının hukuki nitelendirmesi, davanın seyri üzerinde doğrudan etkili olur. Mal rejiminin tasfiyesinde esas alınan temel kavram “artık değer”dir. TMK m. 218 bu hususu şu şekilde düzenlemiştir: “Edinilmiş mallara katılma rejiminin tasfiyesinde, eşlerin edinilmiş malları ile bu mallardan doğan borçların artık değeri esas alınır.” Bu düzenleme, tasfiye yapılırken malların sadece yüzeysel piyasa değeri üzerinden değerlendirilmediğini, borçlanma ve finansman unsurlarının da hesaba katıldığını göstermektedir. Dolayısıyla bir malvarlığı unsurunun tasfiye kapsamına dahil edilip edilmeyeceği kadar, ekonomik değerinin nasıl belirleneceği de önem taşır. Mal paylaşımı davasının kapsamı yalnızca taşınmazlar, araçlar veya fiziki değerler ile sınırlı değildir. Evlilik birliği içerisinde edinilen maaş gelirleri, bu gelirlerle oluşturulan tasarruflar, yatırım araçları, banka hesapları, şirket payları ve diğer ekonomik değerler de tasfiye kapsamında değerlendirilebilir. Uygulamada özellikle şirket hisseleri ve ortaklık payları, tasfiyeye konu olup olmayacağı yönünden tartışma yaratmaktadır. Bu noktada malvarlığı unsurunun hukuki niteliği kadar ekonomik getirisi ve edinim şekli de dikkate alınır. Kişisel mal niteliğindeki varlıkların tasfiye kapsamı dışında kalması gerektiği TMK m. 220 ile ortaya konulmuştur. Ancak kişisel malın değer kazanması hâlinde TMK m. 227 devreye girer ve katkı iddiaları gündeme gelir. Bu durum, mal paylaşımı davasının kapsamının her zaman sabit bir çerçevede değerlendirilmediğini, somut olaya göre genişleyebileceğini gösterir. Tasfiye kapsamına ilişkin belirlemede önemli bir husus da malvarlığına ilişkin tasarrufların gerçek mahiyetidir. Evlilik sürecinde veya boşanma davası öncesinde aile bireyleri ya da üçüncü kişiler üzerine yapılan devirler, yatırım hesaplarının kapatılması, taşınmazların el değiştirmesi gibi işlemler, görünürde farklı kişilere ait olsa da tasfiye açısından değerlendirilebilir nitelikte olabilir. Bu tür işlemlerin tasfiye dışı bırakılmaması için malvarlığının gerçek ekonomik ve hukuki niteliğinin ortaya konulması gerekir. Bu çerçevede mal paylaşımı davasının kapsamı; tasfiyeye dahil edilecek malvarlığının belirlenmesi, bu malvarlığının ekonomik değerinin tespiti ve kişisel mal ile edinilmiş mal ayrımının yapılması esaslarına dayanır. Kapsamın bu aşamada doğru şekilde ortaya konulması, tasfiye sürecinin ilerleyen aşamalarında ortaya çıkabilecek uyuşmazlıkların önlenmesi bakımından önem taşımaktadır.

2. Edinilmiş Mallar ve Kişisel Mallar Ayrımı

2.1. Edinilmiş Malların Hukuki Niteliği

Mal paylaşımı davasında tasfiye kapsamının belirlenmesinde temel ölçüt, malvarlığının “edinilmiş mal” mı yoksa “kişisel mal” mı olduğunun tespitidir. Türk Medeni Kanunu sistematiğinde bu ayrım, tasfiye sürecinin başlangıç noktasını oluşturur. TMK m. 219, edinilmiş malları şu şekilde tanımlamaktadır: “Edinilmiş mallar, eşlerin edinilmiş gelirleriyle edindikleri malvarlığı değerlerini kapsar.” Bu hüküm, hangi malvarlığı unsurlarının tasfiye kapsamında değerlendirileceğini belirleme açısından temel dayanak niteliğindedir. Evlilik süresince elde edilen maaş gelirleri, ücretler, serbest meslek kazançları, ticari faaliyetlerden elde edilen gelirler, sosyal güvenlik ödemeleri ve bu gelirlerle edinilen taşınmazlar, araçlar, yatırım araçları ve tasarruflar kural olarak edinilmiş mal kabul edilir. Edinilmiş mal niteliğinin belirlenmesinde yalnızca malın adına kayıtlı olduğu kişi değil, malvarlığının fiili edinim şekli ve finansman kaynağı da önem taşır. Uygulamada, malvarlığının bir eş adına kayıtlı olması tek başına kişisel mal niteliği kazandırmaz. Tasfiyede esas alınan husus, edinim için kullanılan kaynağın evlilik birliği içinde elde edilip edilmediğidir. Bu çerçevede aşağıdaki malvarlığı unsurları çoğu durumda edinilmiş mal olarak değerlendirilir: - maaş ve ücret gelirleri, - ticari kazançlar, - kira gelirleri, - yatırım amaçlı edinilen varlıklar, - bankadaki birikimler ve tasarruf hesapları, - evlilik süresince edinilen taşınmaz ve araçlar. TMK m. 218’de yer alan “artık değer” kavramı da edinilmiş malların tasfiyesinde önemli bir role sahiptir: “Edinilmiş mallara katılma rejiminin tasfiyesinde, eşlerin edinilmiş malları ile bu mallardan doğan borçların artık değeri esas alınır.” Bu düzenleme, tasfiye aşamasında yalnızca malın piyasa değerinin değil, edinim sürecinde oluşan borçlanma ve finansman yükümlülüklerinin de değerlendirilmesi gerektiğini ortaya koyar. Özellikle kredi ile alınan malvarlığı unsurlarında, borçlanmanın tasfiyeye etkisi ayrı bir inceleme konusudur. Edinilmiş mal niteliğinin doğru tespit edilmesi, mal paylaşımı davasının ilerleyen aşamalarında yapılacak hesaplamaların ve taleplerin hukuki dayanağını oluşturur. Bu nedenle tasfiye sürecinin sağlıklı ilerlemesi bakımından edinilmiş malların kapsamının başlangıçta net şekilde belirlenmesi önem taşır.

2.2. Kişisel Mallar ve Tasfiye Dışı Değerler

Kişisel malların belirlenmesi, mal paylaşımı davasında tasfiye kapsamının sınırlarını ortaya koyan en önemli aşamalardan biridir. Türk Medeni Kanunu sistematiği gereği bazı malvarlığı unsurları, edinim şekline bakılmaksızın tasfiye dışında bırakılır. TMK m. 220 kişisel malları şu şekilde saymaktadır: “Aşağıda yazılı mallar kişisel maldır: 1. Eşlerden birinin yalnız kişisel kullanımına yarayan eşya, 2. Mal rejiminin başlangıcında eşlerden birine ait bulunan malvarlığı değerleri, 3. Bir eşin miras yoluyla veya karşılıksız kazanma yoluyla elde ettiği malvarlığı değerleri, 4. Manevi tazminat alacakları, 5. Kişisel mallar yerine geçen değerler.” Bu düzenleme, kişisel malların tasfiye dışında bırakılmasını hukuki zemine oturtmaktadır. Dolayısıyla evlilik öncesinde edinilmiş bir taşınmaz, miras yoluyla kazanılan bir malvarlığı ya da bağışlanan değerler, kural olarak mal paylaşımı davasında tasfiye konusu yapılmaz. Kişisel mal niteliğinin belirlenmesinde, malvarlığının adına kayıtlı olduğu kişi tek başına belirleyici değildir. Önemli olan, malvarlığının edinim şekli ve hukuki kazanım sebebidir. Örneğin bir taşınmazın tapusunun eşlerden birine kayıtlı olması, diğer eşin tasfiye talebini tamamen ortadan kaldırmaz; taşınmazın kişisel mal olup olmadığı, edinim sebebi ve finansman kaynağı incelenerek belirlenir. TMK m. 221, kişisel mal niteliğine ilişkin ek bir düzenleme getirmektedir: “Eşler, mal rejimi sözleşmesiyle hangi malvarlığı değerlerinin kişisel mal sayılacağını kararlaştırabilirler.” Bu hüküm, mal rejimi sözleşmeleriyle kişisel mal kapsamının genişletilebileceğini ortaya koyar. Bu durumda taraflar, belirli bir malvarlığı unsurunun kişisel mal olarak kabul edilmesi konusunda anlaşmışlarsa, tasfiye aşamasında bu sözleşme dikkate alınır. Ancak uygulamada kişisel mal niteliği taşıyan bir varlığın evlilik süresince değer kazanması, tasfiye açısından tartışma yaratır. Bu noktada TMK m. 227 devreye girer ve katkı iddiaları gündeme gelir. Kişisel malın değer kazanmasında diğer eşin katkısının bulunması hâlinde, katkı oranına bağlı olarak değer artış payı talep edilebilir. Özellikle krediyle alınan taşınmazlarda evlilik süresince yapılan kredi ödemeleri, yenileme giderleri veya yatırım amaçlı harcamalar bu kapsamda değerlendirilir. Kişisel malların tasfiye dışı bırakılması ilkesi, uygulamada her zaman mutlak sonuç doğurmaz. Bir malvarlığı unsurunun kişisel mal niteliği taşımasına rağmen, tasfiye aşamasında değer artışı ve katkı iddiaları nedeniyle değerlendirmeye dahil edilmesi mümkündür. Bu nedenle kişisel malların belirlenmesi, yalnızca malvarlığının hukuki niteliğinin tespit edilmesiyle sınırlı değildir; malın değer kazanım sürecinin ve finansal katkıların da incelenmesini gerektirir. Bu çerçevede kişisel mallar, tasfiye dışı değerler olarak kabul edilmekle birlikte, somut olayın özelliklerine bağlı olarak mal paylaşımı davasının kapsamını dolaylı şekilde etkileyebilir. Bu nedenle tasfiye sürecinde kişisel malların niteliği, edinim şekli ve değer artışı bakımından ayrı ayrı değerlendirilmesi önem taşımaktadır.

3. Katılma Alacağı ve Değer Artış Payı

3.1. Katılma Alacağının Hukuki Niteliği

Katılma alacağı, edinilmiş mallara katılma rejiminin tasfiyesinde eşlerin sahip olduğu temel haklardan biridir. Bu kavram, tasfiyeye konu malvarlığının değerinin belirlenmesinden sonra diğer eşin bu değer üzerinden talepte bulunabilmesini ifade eder. Türk Medeni Kanunu sistematiğinde katılma alacağı, tasfiye sonucunda ortaya çıkan artık değerin paylaşımına dayanır. TMK m. 231 katılma alacağını şu şekilde düzenlemektedir: “Artık değer, eklenmeden ve denkleştirmeden elde edilen miktarın yarısıdır.” Bu hüküm, tasfiyede hesaplamanın temelini oluşturur. Buna göre mal rejiminin tasfiyesi yapılırken öncelikle edinilmiş malların belirlenmesi, bu mallara ilişkin borç ve yükümlülüklerin düşülmesi ve ortaya çıkan net değerin artık değer olarak kabul edilmesi gerekir. Artık değerin yarısı üzerinde diğer eşin kural olarak katılma alacağı hakkı bulunmaktadır. Katılma alacağının doğumu bakımından önemli nokta, eşlerin malvarlığı unsurları üzerinde mülkiyet hakkına değil, artık değer üzerinden hesaplanan parasal bir talep hakkına sahip olmalarıdır. Bu nedenle katılma alacağı, doğrudan bir malın paylaşılması şeklinde değil, tasfiye sonucunda hesaplanan ekonomik değerin paylaşılması şeklinde ortaya çıkar. Katılma alacağı talebinin ileri sürülebilmesi için mal rejiminin sona ermiş olması gerekir. TMK m. 225/1 hükmü uyarınca: “Boşanma hâlinde, mal rejimi boşanma davasının açıldığı tarihte sona ermiş sayılır.” Bu düzenleme, katılma alacağı talebinin hangi tarihteki malvarlığı değerleri üzerinden değerlendirileceğini belirleme açısından önem taşır. Tasfiye esas alınırken mal rejiminin sona erdiği tarihte mevcut olan edinilmiş mallar ve bu mallardan doğan borçlar dikkate alınır. Katılma alacağı, yalnızca edinilmiş malların değerine bağlıdır. Kişisel mallar kural olarak bu hesaplamaya dahil edilmez. Ancak kişisel malın değer kazanması hâlinde katkı iddiaları nedeniyle tasfiye hesabına etkisi ortaya çıkabilir. Bu noktada katılma alacağı ile değer artış payı arasındaki ayrımın doğru yapılması gerekir. Uygulamada katılma alacağı hesaplamasında karşılaşılan en önemli sorunlardan biri, malvarlığının gerçek ekonomik değerinin tespitidir. Tasfiye sırasında malvarlığı unsurlarının piyasa değeri, borçlanma durumu, finansman kaynakları ve edinim şekli ayrı ayrı değerlendirilir. Bu nedenle katılma alacağı talebinin kapsamı belirlenirken yalnızca malvarlığının görünürdeki değeri değil, ekonomik niteliği ve finansal yükümlülükleri de dikkate alınmalıdır. Katılma alacağı, edinilmiş mallara katılma rejiminin tasfiyesinin temel sonuçlarından biri olup, tasfiye sürecinin ekonomik dengesini sağlayan mekanizmadır. Bu nedenle katılma alacağına ilişkin değerlendirmelerin doğru yapılması, tasfiye sürecinin sağlıklı ilerlemesi açısından önem taşımaktadır.

Edinilmiş mallara katılma rejiminin yapısı ve boşanma sonrası mal paylaşımı hesaplamalarına etkisi hakkında daha ayrıntılı bilgi için boşanmada mal paylaşımı ve edinilmiş mallara katılma rejimi başlıklı yazımız da incelenebilir.

3.2. Değer Artış Payı

Değer artış payı, kişisel mal niteliği taşıyan bir malvarlığı unsurunun evlilik süresince yapılan katkılar nedeniyle değer kazanması hâlinde gündeme gelen ve edinilmiş mallara katılma rejiminin en önemli tamamlayıcı mekanizmalarından biridir. Bu kurum, kişisel malın tasfiye dışında kalması ilkesinin katı şekilde uygulanmasını engelleyerek, evlilik süresince yapılan katkıların tasfiye aşamasında karşılıksız bırakılmamasını sağlar. Türk Medeni Kanunu m. 227, değer artış payını şu şekilde düzenlemektedir: “Bir eşin diğer eşe ait malın edinilmesine, iyileştirilmesine veya korunmasına katkıda bulunması hâlinde, uygun bir karşılık isteyebilir.” Bu hüküm, kişisel malın değer kazanmasına yönelik katkıların hukuki temelini oluşturur. Buna göre bir eş, diğer eşe ait kişisel malın edinilmesinde veya değerinin artırılmasında doğrudan veya dolaylı katkıda bulunmuşsa, katkı oranına bağlı olarak tasfiyede karşılık talep edebilir. Değer artış payı talebinin doğması için üç temel unsurun varlığı aranır: 1. kişisel mal niteliğinde bir malvarlığı unsuru, 2. bu mala ilişkin değer artışı, 3. diğer eşin katkısı. Bu unsurların birlikte bulunması hâlinde değer artış payı talebi gündeme gelir. Uygulamada değer artış payı en çok şu durumlarda tartışılır: - evlilik öncesinde alınmış taşınmazın kredi taksitlerinin evlilik içinde ödenmesi, - kişisel mal niteliğindeki taşınmazın yenilenmesi veya tadilat giderlerinin evlilik gelirleriyle karşılanması, - kişisel mal niteliğindeki işletmeye yapılan yatırımlar, - aile bireyleri üzerine kayıtlı kişisel mallara yönelik iyileştirmeler, - kişisel malın korunması amacıyla yapılan harcamalar. Bu tür katkılar, kişisel malın ekonomik değerinin artmasına yol açtığından, tasfiye aşamasında hesaba katılabilir. Bu noktada katkının niteliği kadar, kişisel malın değerindeki artışın belirlenmesi de önem taşır. Değer artış payı talebi, katkı miktarına değil, katkı oranına göre belirlenir. Bu sebeple kişisel malın tasfiye anındaki değeri esas alınarak hesaplama yapılır. Değer artış payının hukuki niteliği gereği, kişisel mal üzerinde mülkiyet hakkı doğurmaz; katkıda bulunan eş yalnızca parasal nitelikte bir talep hakkına sahip olur. Bu durum, değer artış payının katılma alacağından farklı yönlerinden biridir. Katılma alacağı artık değer üzerinden paylaştırmayı ifade ederken, değer artış payı kişisel malın değer kazanmasına ilişkin katkının karşılığını konu alır. Değer artış payı talebinin ileri sürülmesi sırasında somut olayın özellikleri, katkının kaynağı, katkının değer kazandırıcı nitelikte olup olmadığı ve kişisel malın tasfiye anındaki değeri birlikte değerlendirilmelidir. Bu nedenle değer artış payı, tasfiye sürecinin en teknik ve dikkat gerektiren hususlarından birini oluşturur. Bu çerçevede değer artış payı kurumu, kişisel malın tasfiye dışında kalması ilkesini korurken, evlilik süresince yapılan katkıların tasfiye aşamasında karşılıksız kalmasını engelleyen dengeli bir çözüm mekanizması sunmaktadır. Bu nedenle mal paylaşımı davasında değer artış payı taleplerinin doğru değerlendirilmesi, tasfiye sürecinin hakkaniyete uygun şekilde sonuçlanması bakımından önem taşır.

4. Mal Paylaşımı Davasında Süreç ve Zamanaşımı

4.1. Tasfiye Sürecinin İşleyişi

Mal paylaşımı davasında süreç, mal rejiminin sona ermesiyle birlikte tasfiye taleplerinin ileri sürülmesi aşamasından başlar. TMK m. 225/1 uyarınca mal rejimi, boşanma davasının açıldığı tarihte sona ermiş sayıldığından, tasfiyeye esas alınacak malvarlığı değerleri bu tarih itibarıyla belirlenir. Bu tespit, sürecin tüm aşamalarında temel ölçüt niteliğindedir. Tasfiye sürecinde ilk adım, tasfiyeye konu malvarlığının envanterinin çıkarılmasıdır. Bu aşamada edinilmiş malların, kişisel malların, borçların ve finansman yükümlülüklerinin belirlenmesi gerekir. Malvarlığının tespitinde yalnızca resmi kayıtlara değil, ekonomik gerçekliğe de bakılır. Evlilik süresince elde edilen yatırım araçları, banka hesapları, taşınmazlar, araçlar, şirket payları ve tasarrufların hangi kaynaklarla edinildiğinin değerlendirilmesi önem taşır. TMK m. 226/1, tasfiye yöntemine ilişkin temel düzenlemeyi içerir: “Eşlerin artık değerleri eşit olarak paylaşılır.” Bu hüküm gereğince tasfiyede temel prensip, artık değerin eşit paylaşılmasıdır. Ancak bu prensip, tasfiye konusunun mülkiyet devri şeklinde değil, ekonomik değer üzerinden parasal paylaşım şeklinde gerçekleşmesini öngörür. Bu nedenle tasfiye talebi, çoğu durumda bir malın devrini değil, karşılık değerin ödenmesini konu alır. Tasfiye süreci usul hukuku bakımından aile mahkemelerinde yürütülür. Görevli mahkeme aile mahkemesidir; aile mahkemesi bulunmayan yerlerde asliye hukuk mahkemesi aile mahkemesi sıfatıyla davaya bakar. Yetki bakımından ise taraflardan birinin yerleşim yeri veya malvarlığının bulunduğu yer mahkemesi değerlendirilebilir. Süreç genel olarak şu aşamalardan oluşur: - tasfiye talebinin ileri sürülmesi, - malvarlığı tespiti ve envanter oluşturulması, - edinilmiş mal ve kişisel mal ayrımının yapılması, - artık değerin belirlenmesi, - katılma alacağı ve değer artış payı hesaplamalarının yapılması. Tasfiye aşamasında hesaplamalar yapılırken malvarlığının finansman yapısı, borçlanma durumu ve edinim şekli dikkate alınır. Özellikle kredi ile alınan taşınmazlarda borçların tasfiyeye etkisi ayrı değerlendirilir. Bu değerlendirme yapılırken tasfiye konusu malvarlığının tasfiye tarihindeki ekonomik değeri esas alınır. TMK m. 231’de yer alan artık değer tanımı, tasfiye hesaplamalarının temelini oluşturur: “Artık değer, eklenmeden ve denkleştirmeden elde edilen miktarın yarısıdır.” Bu düzenleme, tasfiye hesaplamalarının yalnızca malvarlığının değerine değil, borçlanma ve katkı unsurlarına da bağlı olduğunu göstermektedir. Tasfiye sürecinin sağlıklı yürütülmesi için malvarlığının hukuki ve ekonomik niteliğinin doğru tespit edilmesi gerekir. Yanlış sınıflandırmalar, tasfiye kapsamı dışına bırakılması gereken değerlerin dahil edilmesine veya edinilmiş mal niteliği taşıyan varlıkların tasfiye dışında değerlendirilmesine yol açabilir. Bu nedenle süreç boyunca malvarlığının edinim kaynaklarının ve finansman unsurlarının titizlikle incelenmesi önem taşır. Tasfiye süreci, mal rejiminin sona ermesinin doğal sonucu olup, mal paylaşımına ilişkin taleplerin sonuçlandırılmasında belirleyici rol oynar. Bu nedenle süreçte hukuki çerçevenin doğru kurulması, ileride doğabilecek uyuşmazlıkların önlenmesi bakımından önem taşımaktadır.

4.2. Zamanaşımı

Mal paylaşımı davasında zamanaşımı konusu, uygulamada en çok karıştırılan ve yanlış değerlendirilen hukuki noktalardan biridir. Özellikle TMK m. 178’de yer alan boşanmaya bağlı tazminat ve nafaka taleplerine ilişkin zamanaşımı düzenlemesinin, mal rejimi tasfiyesine de uygulanacağı yönündeki yanlış kanaat, hak kayıplarına yol açabilecek niteliktedir. Mal rejiminin tasfiyesine ilişkin zamanaşımı süresi, Türk Medeni Kanunu’nda doğrudan mal rejimine özgü hükümler kapsamında değerlendirilir. Mal rejiminin sona erme zamanı TMK m. 225/1’de açıkça belirlenmiştir: “Boşanma hâlinde, mal rejimi boşanma davasının açıldığı tarihte sona ermiş sayılır.” Bu düzenleme, zamanaşımı süresinin başlangıcı bakımından belirleyici niteliktedir. Mal rejimi boşanma davasının açılmasıyla sona erdiğinden, tasfiye taleplerine ilişkin zamanaşımı süresi de bu tarihten itibaren işlemeye başlar. Mal rejiminin tasfiyesine ilişkin taleplerin tabi olduğu zamanaşımı süresi, genel hükümlere göre değerlendirilir. Tasfiye talepleri, kural olarak on yıllık zamanaşımına tabidir. Bu süre, mal rejiminin sona erdiği tarihten itibaren işlemeye başlar. Dolayısıyla boşanma kararının kesinleşme tarihi değil, boşanma davasının açıldığı tarih esas alınır. Zamanaşımı değerlendirilirken dikkat edilmesi gereken husus, tasfiye talebinin niteliğidir. Katılma alacağı, değer artış payı ve denkleştirme talepleri parasal nitelikte olup, zamanaşımı süresi içerisinde ileri sürülmelidir. Zamanaşımı süresi dolduktan sonra bu taleplerin yöneltilmesi mümkün olmayabilir ve tasfiye sürecinde hak kayıpları doğurabilir. TMK m. 178’in uygulama alanı bakımından ayrı değerlendirilmesi gerekir. Madde hükmünde: “Boşanma sebebiyle açılacak tazminat ve nafaka davaları, boşanma kararının kesinleşmesinden itibaren bir yıl içinde açılabilir.” şeklinde düzenleme bulunmakla birlikte, bu hüküm yalnızca boşanmaya bağlı tazminat ve nafaka taleplerine ilişkindir. Mal rejimi tasfiyesi ve buna bağlı talepler, TMK m. 178 kapsamına girmez. Bu nedenle mal paylaşımı davasında zamanaşımı değerlendirmesi yapılırken TMK m. 178’in doğrudan uygulanması doğru değildir. Zamanaşımı bakımından karıştırılan bir diğer nokta, tasfiye talebinin boşanma davası içerisinde ileri sürülüp sürülmediğidir. Tasfiye talebinin boşanma davası sırasında ileri sürülmesi, zamanaşımının işlemesini engellemez; zira mal rejimi tasfiyesi talepleri bağımsız nitelikte olup, ayrı değerlendirilir. Bu çerçevede mal paylaşımı davasında zamanaşımı; - mal rejiminin sona erdiği tarih, - tasfiye talebinin niteliği, - talebin bağımsız hukuki yapısı dikkate alınarak belirlenir. Zamanaşımı süresinin doğru tespiti, tasfiye sürecinde hak kayıplarının önlenmesi açısından önem taşımaktadır.

5. Uygulamada Karşılaşılan Sorunlar

5.1. Malvarlığı Devri ve Görünürdeki İşlemler

Mal paylaşımı davasında en sık karşılaşılan sorunlardan biri, malvarlığının tasfiye kapsamı dışında bırakılması amacıyla yapılan işlemlerdir. Evlilik sürecinde veya boşanma davasının açılmasına yakın dönemlerde gerçekleştirilen malvarlığı devirleri, tasarruf işlemleri ve görünürde yapılan satışlar, tasfiye aşamasında mal kaçırma iddiasına konu olabilmektedir. Bu tür işlemlerde temel değerlendirme, malvarlığı unsurunun hukuki niteliğinin yanında ekonomik gerçekliğinin ortaya konulmasıdır. Zira tasfiye kapsamının belirlenmesinde yalnızca malvarlığının adına kayıtlı olduğu kişi değil, edinim şekli, finansman kaynağı ve tasarruf işleminin amacı da önem taşır. Bu nedenle görünürde üçüncü kişilere devredilmiş olan taşınmazlar, araçlar veya yatırım hesapları, gerçekte tasfiye konusu olabilecek nitelikte olabilir. Türk Medeni Kanunu sistematiğinde tasfiye kapsamının belirlenmesinde esas alınan ilke, malvarlığının gerçek ekonomik değerinin tespit edilmesidir. Bu çerçevede malvarlığı devri niteliğinde görünen işlemlerin tasfiye sürecinde değerlendirilmesi mümkündür. Özellikle aile bireyleri üzerine yapılan devirlerde, işlem bedelinin gerçeği yansıtmaması veya finansmanın evlilik birliği içinde sağlanmış olması hâlinde tasfiye kapsamına dahil edilme ihtimali artar. Mal rejiminin tasfiyesi sırasında sıkça karşılaşılan işlemler arasında: - aile bireyleri veya yakın çevre üzerine yapılan tapu devirleri, - görünürde yapılan düşük bedelli satışlar, - araçların üçüncü kişiler adına tescil edilmesi, - yatırım hesaplarının kapatılarak farklı hesaplara aktarılması, - banka mevduatlarının boşaltılması, - taşınmazların tapu kaydında devredilmiş gösterilmesi gibi tasarruflar yer almaktadır. Bu tür işlemlerde önemli olan, devrin hukuki şekli kadar ekonomik sonucu ve finansman kaynağıdır. Örneğin görünürde satış yoluyla devredilen bir taşınmazın satış bedelinin gerçekte ödenmemiş olması, tasfiye açısından işlemin değerlendirilmesini gerektirebilir. Aynı şekilde, araç veya taşınmazın aile bireyleri adına tescil edilmesi, malvarlığının tasfiye dışına çıkarılması amacı taşıyorsa, tasfiye sürecinde bu işlemlerin gerçek niteliği araştırılır. Mal paylaşımı davasında tasfiye kapsamının doğru belirlenebilmesi için malvarlığına ilişkin tasarrufların hukuki ve ekonomik yönden birlikte değerlendirilmesi gerekir. Görünürde üçüncü kişiler adına yapılan işlemler, tasfiye sürecinin dışında bırakılamayacak nitelikte olabilir. Bu nedenle tasfiye aşamasında malvarlığının gerçek sahibi, finansman kaynağı ve işlem amacı ayrıntılı şekilde incelenmelidir. Bu çerçevede malvarlığı devri ve görünürdeki işlemler, mal paylaşımı davasında tasfiyeyi doğrudan etkileyen ve doğru değerlendirilmediği takdirde hak kayıplarına yol açabilecek önemli bir sorun alanı oluşturmaktadır.

5.2. Şirket Payları, Yatırım Hesapları ve Finansal Hareketler

Mal paylaşımı davasında en karmaşık ve teknik değerlendirmelerden biri, şirket payları ve finansal yatırım araçlarına ilişkin tasfiye kapsamının belirlenmesidir. Uygulamada birçok kişi, şirket paylarının yalnızca şirket ortağı olan eşe ait olduğunu ve tasfiyeye konu edilemeyeceğini düşünmektedir. Ancak Türk Medeni Kanunu sistematiğinde değerlendirme, payın kime ait olduğundan ziyade, edinim şekli ve finansman kaynağı üzerinden yapılır. Evlilik süresince edinilen şirket payları, TMK m. 219 kapsamında edinilmiş mal niteliğinde değerlendirilebilir. Bu kapsamda ticari işletmelerdeki ortaklık payları, limited veya anonim şirket hisseleri, şahıs işletmeleri ve benzeri ticari varlıkların tasfiyeye konu olması mümkündür. Şirket paylarının tasfiye kapsamına alınmasında belirleyici kriter, payların evlilik birliği içinde edinilmiş gelirlerle elde edilip edilmediğidir. Şirket paylarına ilişkin değerlendirmede iki temel unsur önem taşır: - payın hukuki niteliği, - payın ekonomik değeri. Hukuki niteliğin belirlenmesinde payın devredilebilirliği, şirketteki ortaklık yapısı ve pay sahipliği ilişkileri dikkate alınırken, ekonomik değer değerlendirmesinde şirketin mali durumu, kârlılık düzeyi, sermaye yapısı ve payın tasfiye anındaki değeri göz önünde bulundurulur. Yatırım hesapları ve finansal araçlar bakımından da benzer bir değerlendirme yapılır. Evlilik süresince edinilen yatırım fonları, hisse senetleri, döviz hesapları, altın hesapları, bireysel emeklilik birikimleri ve vadeli mevduatlar, kural olarak edinilmiş mal niteliği taşır. Bu nedenle tasfiye aşamasında bu varlıkların ekonomik değeri dikkate alınabilir. Finansal hareketlerde önemli bir diğer husus, hesapların kapatılması veya varlıkların elden çıkarılmasıdır. Evlilik sürecinde veya boşanma davasının açılmasına yakın dönemlerde yatırım hesaplarının kapatılması, fonların üçüncü kişilere devredilmesi veya finansal varlıkların nakde çevrilerek farklı hesaplara aktarılması, tasfiye sürecinde değerlendirilmesi gereken işlemlerdir. Bu tür işlemlerin görünürde üçüncü kişiler adına yapılsa dahi gerçekte tasfiye kapsamına dahil edilebilecek nitelikte olması mümkündür. Şirket payları bakımından dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta, kişisel mal niteliğindeki payların evlilik süresince değer kazanmasıdır. Bu durumda TMK m. 227 kapsamında değer artış payı talebi gündeme gelebilir. Şirketin büyümesi, sermaye artışı, yatırımlar veya emek katkısı nedeniyle pay değerinin artması hâlinde, kişisel mal niteliğindeki payların dahi tasfiye hesabına dolaylı etkisi ortaya çıkabilir. Finansal varlıkların tasfiye kapsamına alınmasında, yalnızca hukuki mülkiyet değil, ekonomik yararlanma da önem taşır. Bir yatırım hesabının veya şirket payının üçüncü kişi üzerine kayıtlı olması, finansmanın evlilik birliği içinde sağlanmış olması hâlinde tasfiye değerlendirmesini engellemez. Bu nedenle tasfiye aşamasında finansal hareketlerin kaynağı, aktarım süreçleri ve ekonomik etkileri ayrıntılı şekilde incelenmelidir. Bu çerçevede şirket payları, yatırım hesapları ve finansal hareketler, mal paylaşımı davasının en teknik ve detay inceleme gerektiren alanlarından birini oluşturur. Doğru değerlendirme yapılmadığı takdirinde tasfiye kapsamı daraltılabilir ve tarafların ekonomik haklarında kayıplar ortaya çıkabilir. Bu nedenle finansal varlıklara ilişkin inceleme, tasfiye sürecinin ayrılmaz ve kritik bir unsurudur.

6. Artık Değer ve Hesaplama Esasları

6.1. Artık Değer ve Hesaplama Yöntemi

Mal paylaşımı davasında hesaplama esaslarının doğru şekilde belirlenmesi, tasfiye sürecinin sonucunu doğrudan etkileyen en önemli aşamalardan biridir. Tasfiye hesaplamalarının temel dayanağı, Türk Medeni Kanunu’nda yer alan “artık değer” kavramıdır. TMK m. 231 bu hususu şu şekilde düzenlemektedir: “Artık değer, eklenmeden ve denkleştirmeden elde edilen miktarın yarısıdır.” Bu düzenleme, tasfiye işlemlerinde yalnızca malvarlığının nominal veya piyasa değerinin esas alınmayacağını, malvarlığına ilişkin borçlanmaların ve finansman yükümlülüklerinin de dikkate alınacağını gösterir. Dolayısıyla tasfiye hesaplamalarında ilk adım, edinilmiş mal niteliği taşıyan malvarlığı unsurlarının net ekonomik değerinin belirlenmesidir. Artık değer hesaplaması yapılırken genel olarak şu aşamalar izlenir: 1. edinilmiş malların belirlenmesi, 2. bu mallara ilişkin borçların tespiti, 3. borçların malvarlığı değerinden düşülmesi, 4. ortaya çıkan net değerin belirlenmesi, 5. net değerin yarısı üzerinden katılma alacağı hesabı yapılması. Bu aşamalar, tasfiye sürecinin hukuki ve ekonomik temelini oluşturur. Özellikle borç unsurlarının değerlendirilmesinde, malın edinimi için kullanılan kredi, finansman desteği veya borçlanmanın tasfiye üzerindeki etkisi dikkate alınır. Bu nedenle malın tapuda hangi eş adına kayıtlı olduğu tek başına belirleyici değildir; önemli olan, malın ediniminde kullanılan kaynağın evlilik birliği içinde elde edilip edilmediğidir. Artık değer hesaplamasında dikkat edilmesi gereken bir diğer husus, değerleme tarihidir. TMK sistematiği gereği tasfiye hesabında, mal rejiminin sona erdiği tarihte mevcut olan edinilmiş mallar esas alınır. Ancak malvarlığı değerinin belirlenmesinde tasfiye tarihindeki ekonomik koşullar ve piyasa değeri dikkate alınabilir. Bu durum özellikle taşınmazlar, araçlar ve yatırım araçları bakımından önem taşır. Tasfiye hesaplamalarında yalnızca malvarlığının değer artışı değil, aynı zamanda değer kaybı da dikkate alınabilir. Eğer bir edinilmiş mal tasfiye sürecine gelindiğinde değer kaybetmişse, katılma alacağı hesabı bu yeni değer üzerinden yapılır. Bu durum, mal rejimi tasfiyesinin ekonomik gerçekliğe dayalı bir değerlendirme olduğunu gösterir. Artık değer hesaplaması yalnızca edinilmiş mallara ilişkin olup kişisel mallar kural olarak bu hesaplamaya dahil edilmez. Ancak kişisel malın tasfiye sırasında değer kazanması hâlinde, değer artış payı talebi nedeniyle hesaplama dolaylı şekilde etkilenebilir. Bu nedenle kişisel mal niteliği taşıyan varlıkların değer tespiti de tasfiye hesabında önem taşır. Bu çerçevede artık değer kavramı, mal paylaşımı davasında hesaplamaların temel dayanağını oluşturur ve tasfiye sürecinin sonuçlarını doğrudan etkiler. Hesaplamaların doğru yapılmaması, tasfiye kapsamının daralmasına veya tarafların ekonomik haklarının eksik değerlendirilmesine neden olabilir. Bu nedenle tasfiye aşamasında artık değer hesaplamasının hukuki ve ekonomik esaslara uygun şekilde yapılması büyük önem taşımaktadır.

6.2. Krediyle Alınan Mallar ve Borçların Etkisi

Kredi kullanılarak edinilen malvarlığı unsurları, mal paylaşımı davasında hesaplamayı doğrudan etkileyen en önemli konulardan biridir. Uygulamada en sık karşılaşılan durum, taşınmaz veya araç gibi yüksek değerli malların evlilik birliği içerisinde kredi yoluyla satın alınmasıdır. Bu durumda malın edinim tarihine, kredi ödemelerinin kaynağına ve ödeme dönemlerine ilişkin değerlendirme, tasfiye hesabının temelini oluşturur. Krediyle edinilen bir malın tasfiye kapsamındaki değerlendirmesinde iki husus ayrı ayrı incelenir: 1. malın hukuki niteliği (edinilmiş mal – kişisel mal ayrımı), 2. kredi borçlarının tasfiye hesabına etkisi. Malın hukuki niteliğinin belirlenmesinde esas ölçüt, TMK m. 219 kapsamında finansman kaynağıdır. Eğer kredi taksitleri evlilik süresince edinilmiş gelirlerle ödenmişse, malın edinilmiş mal niteliği ağır basar. Buna karşılık mal evlilik öncesinde satın alınmış olsa bile kredi taksitlerinin bir kısmının evlilik süresince ortak gelirlerle ödenmesi hâlinde, kişisel mal niteliği tamamen korunmaz; bu durumda değer artış payı veya katkı iddiaları gündeme gelebilir. Kredi borçlarının tasfiye hesabındaki etkisi bakımından TMK m. 231’de yer alan artık değer tanımı belirleyici niteliktedir: “Artık değer, eklenmeden ve denkleştirmeden elde edilen miktarın yarısıdır.” Bu hüküm gereğince tasfiye hesabı yapılırken yalnızca malın piyasa değeri üzerinden değerlendirme yapılmaz; malın edinimi için kullanılan kredi borçları da hesaplamada dikkate alınır. Dolayısıyla kredi borçlarının tasfiye tarihindeki bakiye tutarı, malın değerinden düşülerek net değer belirlenir. Örneğin krediyle alınan bir taşınmazın tasfiye tarihinde 2.000.000 TL piyasa değeri bulunmakla birlikte, kredi borcu olarak 500.000 TL bakiye mevcutsa, tasfiye hesabına konu değer 1.500.000 TL olarak değerlendirilir. Bu net değer üzerinden katılma alacağı hesaplanır. Bu durum, kredi borçlarının tasfiye sonucunu doğrudan etkilediğini göstermektedir. Krediyle edinilen mallarda dikkat edilmesi gereken bir diğer husus, kredi taksitlerinin ödeme dönemleridir. Evlilik öncesinde ödenen taksitler kişisel malın finansmanına ilişkin kabul edilirken, evlilik süresince ödenen taksitler edinilmiş gelirlerle yapıldığı ölçüde tasfiye hesabını etkiler. Bu nedenle malın satın alma tarihi kadar kredi ödeme dönemlerinin ayrıntılı şekilde incelenmesi gerekir. Borçların tasfiye hesabına etkisi yalnızca kredi taksitleriyle sınırlı değildir. Malın korunması, sigorta giderleri, bakım ve yenileme masrafları gibi finansal yükümlülüklerin de tasfiye hesabına dolaylı etkisi bulunabilir. Bu tür giderlerin edinilmiş gelirlerle karşılanması hâlinde, tasfiye hesabında dikkate alınması mümkündür. Krediyle edinilen malvarlığı unsurlarında sıkça karşılaşılan bir diğer durum, malın bir eş adına kayıtlı olmasıdır. Tapu veya ruhsatın yalnızca bir eş adına kayıtlı olması, malın kişisel mal niteliği taşıdığı anlamına gelmez. Tasfiye değerlendirmesinde önemli olan finansman kaynağı ve borçlanma sürecidir. Bu nedenle krediyle alınan mallarda mülkiyet kaydı tek başına belirleyici değildir. Bu çerçevede krediyle alınan mallar ve borç unsurları, mal paylaşımı davasında hesaplamayı önemli ölçüde etkiler. Kredi borçlarının tasfiye diliminde değerlendirilmemesi veya ödeme dönemlerinin dikkate alınmaması, tasfiye hesabının hatalı yapılmasına ve tarafların ekonomik haklarında kayıplar ortaya çıkmasına neden olabilir. Bu nedenle krediyle edinilen mallara ilişkin hesaplamaların hukuki ve ekonomik esaslara uygun şekilde yapılması büyük önem taşımaktadır.

7. Mal Rejiminin Sona Ermesi ve Sonrası İşlemlerin Değerlendirilmesi

7.1. Mal Rejiminin Sona Erme Tarihi

Mal paylaşımı davasında tasfiye hesabının hangi tarihe göre yapılacağı, sürecin tamamını etkileyen temel belirleyicidir. Uygulamada en sık karşılaşılan yanlış kanaat, mal rejiminin boşanma kararının kesinleşmesiyle sona erdiği düşüncesidir. Türk Medeni Kanunu sistematiği bu yaklaşımı desteklemez. TMK m. 225/1, mal rejiminin sona erme tarihini açık şekilde şu ifadeyle düzenlemektedir: “Boşanma hâlinde, mal rejimi boşanma davasının açıldığı tarihte sona ermiş sayılır.” Bu hüküm, tasfiye hesaplamalarında esas alınacak zaman diliminin belirlenmesi bakımından kritik önem taşır. Buna göre mal rejimi, boşanma kararının kesinleşmesiyle değil, boşanma davasının açıldığı gün sona erer. Bu durum, tasfiyeye dahil edilecek malvarlığı unsurlarının belirlenmesinde doğrudan etkilidir. Zira mal rejiminin sona ermesinden sonra edinilen mallar, kural olarak tasfiye kapsamına dahil edilmez. Mal rejiminin sona erme tarihinin belirlenmesinde iki husus ayrı değerlendirilmelidir: 1. mal rejiminin hukuki olarak sona ermesi, 2. tasfiye hesabında dikkate alınacak ekonomik değerlerin belirlenmesi. Hukuki sona erme tarihi TMK m. 225/1 uyarınca boşanma davasının açıldığı tarih olup, bu tarihten sonra edinilen mallar ve gelirler kural olarak kişisel mal niteliği taşır. Ancak ekonomik değerlerin belirlenmesinde tasfiye tarihindeki piyasa koşullarının dikkate alınması mümkündür. Bu durum, mal rejiminin sona erme tarihinin sabit olmakla birlikte ekonomik değer tespitinin dinamik olabileceğini gösterir. Sona erme tarihinin belirlenmesi, özellikle aşağıdaki durumlarda tasfiye sonucunu doğrudan etkiler: - boşanma davasından sonra edinilen taşınmazlar, - dava açıldıktan sonra yapılan kredi ödemeleri, - yatırım hesaplarına yapılan katkılar, - araç ve taşınmaz devirleri, - şirket paylarının artırılması veya yeni ortaklık edinimleri. Bu nedenle tasfiye hesabında mal rejiminin sona erme tarihinin doğru belirlenmemesi, tasfiye kapsamına dahil edilmemesi gereken değerlerin hesaba katılmasına veya tasfiye edilmesi gereken varlıkların dışarıda bırakılmasına yol açabilir. Mal rejiminin sona erme tarihi, tasfiye sürecinde yalnızca kapsam belirleyici değil, aynı zamanda zamanaşımı değerlendirmesi bakımından da önem taşır. Zira tasfiye taleplerine ilişkin zamanaşımı süresi, mal rejiminin sona erdiği tarihten itibaren işlemeye başlar. Bu çerçevede mal rejiminin sona erme tarihinin doğru tespiti, mal paylaşımı davasının hukuki çerçevesinin sağlıklı kurulması ve tasfiye sürecinin ilerleyen aşamalarında ortaya çıkabilecek uyuşmazlıkların önlenmesi bakımından temel bir aşamadır.

7.2. Sona Erme Tarihinden Sonra Yapılan İşlemler

Mal rejiminin sona erme tarihinin belirlenmesinden sonra ortaya çıkan en önemli hukuki tartışma alanlarından biri, bu tarihten sonra gerçekleştirilen tasarrufların tasfiye hesabına etkisidir. Uygulamada birçok kişi, mal rejiminin sona ermesinden sonra yapılan tasarrufların tasfiye sürecini etkilemeyeceğini düşünmekte; özellikle dava açıldıktan sonraki dönemde yapılan devirler, kredi ödemeleri veya yatırım işlemleri bakımından kapsam yanılgısı ortaya çıkmaktadır. Mal rejiminin sona ermesinden sonra edinilen malvarlığı unsurları kural olarak tasfiye kapsamına dahil edilmez. Zira TMK m. 225/1 uyarınca mal rejimi, boşanma davasının açılmasıyla sona erdiğinden, bu tarihten sonra elde edilen gelirler ve edinilen mallar kişisel mal niteliği kazanır. Ancak bu kural, sona erme tarihinden sonra yapılan tüm işlemlerin tasfiye hesabından tamamen bağımsız olduğu anlamına gelmez. Bu noktada yapılacak değerlendirmenin kapsamı, işlemin niteliği ve ekonomik etkisi bakımından ayrı ayrı ele alınmalıdır. Sona erme tarihinden sonra yapılan işlemler genel olarak üç grupta incelenebilir: 1. yeni edinimler, 2. mevcut malvarlığına ilişkin tasarruflar, 3. değer etkisi doğuran işlemler. Yeni edinimler, mal rejiminin sona ermesinden sonra kişisel gelirlerle yapılan satın almaları ifade eder ve kural olarak tasfiye kapsamı dışında kalır. Buna karşılık sona erme tarihinden sonra mevcut bir edinilmiş malın değerinin artmasına veya azalmasına yol açan işlemler tasfiye hesabını etkileyebilir. Örneğin tasfiye kapsamındaki bir taşınmaz üzerinde yapılan yenileme, bakım veya değer artırıcı yatırımlar, malın tasfiye anındaki değerinin belirlenmesinde dikkate alınabilir. Sona erme tarihinden sonra yapılan kredi ödemeleri bakımından değerlendirme daha teknik bir nitelik taşır. Eğer kredi borcu evlilik süresince edinilmiş gelirlerle oluşmuşsa, kredi borcunun tasfiye hesabındaki etkisi devam eder. Bu nedenle tasfiye konusu malvarlığına ilişkin kredi borçlarının tasfiye tarihindeki bakiye tutarı hesaplamada dikkate alınır. Ancak sona erme tarihinden sonra yapılan kredi ödemelerinin kişisel gelirlerle karşılanması hâlinde, bu ödemelerin tasfiye hesabına yansıtılması mümkün olmayabilir. Mal rejiminin sona ermesinden sonra gerçekleştirilen devir işlemleri de değerlendirilmesi gereken bir diğer alanı oluşturur. Eşlerden biri tasfiye kapsamındaki bir malı sona erme tarihinden sonra üçüncü kişilere devretmişse, devir işleminin ekonomik etkisi tasfiye hesabında dikkate alınabilir. Bu tür işlemlerde önemli olan, malvarlığının tasfiye kapsamından çıkarılması amacı taşıyıp taşımadığı ve devrin ekonomik sonucudur. Görünürde satış yoluyla yapılan devirlerde bedelin gerçekte ödenmemiş olması veya finansmanın evlilik süresince sağlanmış olması hâlinde bu işlemler tasfiye hesabına etki edebilir. Sona erme tarihinden sonra yapılan yatırım işlemleri ve finansal hareketler de tasfiye değerlendirmesinde önem taşır. Eğer tasfiye kapsamındaki yatırım araçları nakde çevrilmiş ve farklı hesaplara aktarılmışsa, bu değerlerin tasfiye kapsamından çıkarılması mümkün değildir. Tasfiye değerlendirmesinde esas alınan husus, malvarlığının hukuki şekli değil, ekonomik gerçekliğidir. Bu çerçevede sona erme tarihinden sonra yapılan işlemlerin tasfiye hesabına etkisi, işlemin niteliği, finansman kaynağı ve ekonomik sonucu birlikte değerlendirilerek belirlenir. Sona erme tarihinin yanlış yorumlanması veya bu tarihten sonra yapılan işlemlerin kapsam dışı değerlendirilmesi, tasfiye sürecinde önemli hak kayıplarına yol açabilir. Bu nedenle tasfiye aşamasında sona erme tarihinden sonra gerçekleşen tasarrufların hukuki ve ekonomik etkilerinin ayrı ayrı incelenmesi büyük önem taşımaktadır.

8. Sonuç ve Değerlendirme

8.1. Genel Değerlendirme ve Hukuki Çerçevenin Önemi

Mal paylaşımı davası, boşanma sürecinin tamamlanmasıyla birlikte gündeme gelen teknik ve ayrıntılı bir tasfiye mekanizmasıdır. Türk Medeni Kanunu sistematiği incelendiğinde, mal rejiminin tasfiyesinin yalnızca fiziki malların paylaşımından ibaret olmadığı; gelirlerin, borçların, yatırım araçlarının, şirket paylarının ve ekonomik değerlerin kapsamlı biçimde değerlendirilmesini gerektirdiği görülür. Bu çerçevede tasfiye sürecinin temel dayanağı, edinilmiş mal – kişisel mal ayrımı, artık değer kavramı ve katkı iddialarının hukuki niteliğidir. TMK m. 202’de düzenlenen edinilmiş mallara katılma rejimi, taraflar arasında aksi kararlaştırılmadıkça uygulanacak yasal mal rejimidir. Bu hüküm, tasfiyede esas alınacak değerlendirme sisteminin başlangıç noktasını oluşturur. Edinilmiş malların belirlenmesinde TMK m. 219 kapsamında malvarlığının edinim şekli ve finansman kaynağı dikkate alınırken, kişisel malların belirlenmesinde TMK m. 220 ve TMK m. 221 hükümleri esas alınır. Bu iki temel ayrım, tasfiye kapsamının belirlenmesinde doğrudan belirleyici niteliktedir. Katılma alacağı ve değer artış payı, tasfiye sürecinin en önemli sonuç mekanizmalarını oluşturur. TMK m. 231’de yer alan artık değer kavramı, tasfiye hesabında yalnızca malvarlığının nominal değerinin değil, borçlanma ve finansman unsurlarının da dikkate alınması gerektiğini ortaya koyar. Bu nedenle tasfiye hesaplamalarının doğru yapılması, yalnızca hukuki değil ekonomik değerlendirme yapılmasını gerektirir. Mal rejiminin sona erme tarihinin belirlenmesi, tasfiye sürecinin en kritik noktalarından biridir. TMK m. 225/1 hükmü uyarınca mal rejimi boşanma davasının açılmasıyla sona erdiğinden, tasfiye kapsamı bu tarihe göre belirlenir. Uygulamada mal rejiminin boşanma kararının kesinleşmesiyle sona erdiği yönündeki yanlış kanaat, tasfiye kapsamının hatalı belirlenmesine yol açabilmektedir. Bu nedenle sona erme tarihinin doğru tespit edilmesi, tasfiye sürecinin hukuki çerçevesinin sağlıklı kurulması bakımından zorunludur. Tasfiye sürecinde karşılaşılan en önemli sorun alanları arasında malvarlığının devri, görünürdeki işlemler, şirket payları ve yatırım hesapları yer alır. Özellikle dava açılmadan kısa süre önce gerçekleştirilen devir işlemleri ve finansal hareketler, tasfiye kapsamını daraltma amacı taşıyabileceğinden, bu tür işlemlerin ekonomik gerçekliği ayrı değerlendirilmelidir. TMK sistematiği, tasfiye kapsamının belirlenmesinde yalnızca resmi kayıtlara değil, ekonomik ve fiili ilişkilere de önem verilmesini gerektirir. Bu değerlendirmeler ışığında mal paylaşımı davasının, her somut olayda farklı hukuki sonuçlar doğurabileceği ve standart bir hesaplama yöntemiyle çözülemeyeceği açıktır. Tasfiye sürecinin doğru yürütülmesi, ilgili kanun hükümlerinin sistematik yorumunu, finansal verilerin değerlendirilmesini ve malvarlığının hukuki niteliğinin doğru tespitini gerektirir. Bu nedenle mal rejiminin tasfiyesi, boşanmanın doğal bir sonucu olarak değil, bağımsız bir hukuki süreç olarak ele alınmalıdır.

8.2. Tasfiye Sürecinde Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar

Mal paylaşımı davasında tasfiye sürecinin doğru yürütülebilmesi için hem hukuki hem de ekonomik değerlendirmelerin sistematik şekilde yapılması gerekir. Tasfiyede yapılan en temel hatalar, malvarlığı unsurlarının yanlış sınıflandırılması, tasfiye kapsamının dar veya geniş yorumlanması ve değer tespitinin hatalı gerçekleştirilmesinden kaynaklanır. Bu nedenle tasfiye sürecinde dikkat edilmesi gereken hususlar belirli başlıklar altında ele alınmalıdır. İlk olarak tasfiye kapsamının belirlenmesinde edinilmiş mal – kişisel mal ayrımının doğru yapılması zorunludur. TMK m. 219 ve TMK m. 220 hükümlerinin yanlış yorumlanması, kişisel mal niteliğı taşıyan varlıkların tasfiye kapsamına dahil edilmesine veya edinilmiş mal niteliği taşıyan unsurların kapsam dışında bırakılmasına yol açabilir. Bu durum tasfiye sonucunu doğrudan etkileyen ciddi bir sorundur. İkinci olarak malvarlığının finansman kaynağının doğru tespiti gereklidir. Tasfiye değerlendirmesinde yalnızca tapu veya mülkiyet kaydı değil, malın ediniminde kullanılan kaynağın niteliği dikkate alınmalıdır. Evlilik süresince edinilmiş gelirlerle finanse edilen varlıklar kural olarak edinilmiş mal kabul edilir. Buna karşılık kişisel malların finansmanının kişisel gelirlerle sağlanması durumunda tasfiye kapsamı farklı şekilde belirlenir. Bu nedenle tasfiye sürecinde finansal belgeler, ödeme kayıtları ve edinim süreçleri ayrıntılı şekilde incelenmelidir. Üçüncü olarak tasfiye hesabında borçların etkisi göz ardı edilmemelidir. TMK m. 231’de yer alan artık değer tanımı gereği tasfiye hesabında borçlanma unsurları dikkate alınır. Krediyle alınan mallar, finansman borçları ve malın edinimiyle doğrudan bağlantılı diğer yükümlülükler tasfiye sonucunu etkiler. Borçların hesaba katılmaması veya yanlış değerlendirilmesi, tasfiye sonucunun hatalı çıkmasına neden olabilir. Dikkat edilmesi gereken bir diğer husus, mal rejiminin sona erme tarihinin doğru belirlenmesidir. TMK m. 225/1 uyarınca mal rejiminin boşanma davasının açıldığı tarihte sona erdiği gerçeği göz ardı edildiğinde, tasfiye kapsamının belirlenmesi hatalı yapılabilir. Bu tarih, hem tasfiye kapsamının belirlenmesinde hem de zamanaşımı değerlendirmesinde temel ölçüttür. Tasfiye sürecinde malvarlığına ilişkin tasarrufların gerçek niteliğinin ortaya konulması da önemlidir. Görünürde üçüncü kişiler adına yapılan devirler, düşük bedelli satışlar, yatırım hesaplarının kapatılması veya fonların aktarılması gibi işlemler ekonomik gerçeklik bakımından değerlendirildiğinde tasfiye kapsamına dahil edilebilir. Bu nedenle tasarruf işlemlerinin hukuki şekline değil, ekonomik sonucuna odaklanılması gerekir. Son olarak tasfiye hesaplamalarında değer tespitinin doğru yapılması gereklidir. Malvarlığının piyasa değeri, ekonomik koşullar, yatırım araçlarının güncel değeri ve şirket paylarının finansal durumu dikkate alınmalıdır. Bu değerlendirme yapılmadığında tasfiye hesabı gerçeği yansıtmayabilir. Bu çerçevede tasfiye sürecinde dikkat edilmesi gereken temel hususlar: - malvarlığı sınıflandırmasının doğru yapılması, - finansman kaynağının tespiti, - borç unsurlarının hesaba katılması, - sona erme tarihinin doğru belirlenmesi, - tasarruf işlemlerinin ekonomik gerçekliğinin değerlendirilmesi, - değer tespitinin sağlıklı yapılması olarak ortaya çıkar. Tasfiye sürecinde bu hususların göz ardı edilmesi, mal paylaşımı davasının sonucunu doğrudan etkilemekte ve tarafların ekonomik haklarında ciddi kayıplara yol açabilmektedir. Bu nedenle tasfiye mekanizmasının hukuki ve ekonomik boyutlarıyla birlikte ele alınması zorunludur.

Boşanma sürecinde mal paylaşımı talepleriyle birlikte nafaka taleplerinin de gündeme geldiği durumlarda, boşanma davasında nafaka türleri hakkındaki makalemiz sürecin bütüncül olarak değerlendirilmesine katkı sağlayacaktır.

İletişim

Av. İnanç Eker (İstanbul Barosu: 59585), aile hukuku alanında yürüttüğü çalışmalarda boşanma, mal paylaşımı, mal rejiminin tasfiyesi, velayet ve nafaka gibi uyuşmazlıklara ilişkin mevzuatın uygulanması ve yorumlanması konularında faaliyet göstermektedir. Bu çerçevede, ilgili hukuki süreçlerin değerlendirilmesinde Türk Medeni Kanunu hükümleri ve yargısal uygulamalar esas alınmaktadır.

Telefon: 0216 514 74 04 (Ofis)

WhatsApp: 0532 245 74 66

Adres:
Barbaros Mahallesi Mor Menekşe Sokak Deluxia Suites Sitesi No: 3A Kat:12 Daire:155
Ataşehir / İstanbul TR

Google Maps: Konum bağlantısı

LinkedIn: LinkedIn Profili

Bu metin, aile hukuku kapsamında boşanma sonrası malvarlığının tasfiyesi, mal rejiminin sona ermesi, velayet ve nafaka gibi konuların mevzuat çerçevesinde nasıl değerlendirildiğine ilişkin genel bilgileri bir arada sunmak amacıyla hazırlanmıştır. Türk Medeni Kanunu hükümlerinin uygulama alanları, mal rejimi tasfiyesi sistematiği ve ilgili kavramların hukuki niteliği hakkında açıklamalar yapılmış olup, burada yer alan bilgiler somut olaya ilişkin hukuki görüş niteliği taşımaz.

Çocukların velayeti doğrudan mal paylaşımını etkilemese de hukuki süreçlerde birlikte değerlendirilir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Velayet Davası

Her uyuşmazlık kendi koşulları içerisinde değerlendirilmesi gereken özel bir yapıya sahip olduğundan, mal paylaşımı ve boşanma sürecine ilişkin sonuçlar olayın özelliklerine göre farklılık gösterebilir.

Not: İletişim kurulmadan önce somut olayın özelliklerinin değerlendirilmesi, mevcut belgelerin incelenmesi ve hukuki çerçevenin bu kapsamda ele alınması gerekmektedir.

Merhaba. Telefon Yardım Hattımıza Hoşgeldiniz. Nasıl yardımcı olabiliriz?
Merhaba. Bize haritadan kolayca ulaşabilirsiniz.